Sonra bir kırmızı tanker daha geçiyor boğazdan. Sularını birazdan kıyıya taşırır. Telaşsız balıklar, boğaz balıkları, başka yerdekilere benzemez. Alışıktırlar rahatsızlığa. Sonra rengarenk taşlar olur kıyılarda. Her yerde vardır da kıyıdakiler bir başka canlıdır. Biz görelim diye. Biz görmesek de en parlak tüyleriyle uçan kuşlar vardır çam ağaçlarının üstünden. Deniz kıyısı tepeleri puslu lacivert. Tenha ağaçları her akşam kızıl bir ufka karşı titrer. Olta balıkçıları var sıra sıra. Selam versem hayatlarını anlatacaklar. Dün akşam yağmur yağdı. Bulanık akan çay, balıklarını beslerken çam çırası kokuyor. Uzaklardan geldiği anlaşılsın diye. İşte gene o köprü. Senin evine giden. Senin evine gitmeyen. Senin diyorum da dediğime bakma yalnızım burada. Köprü kıyısına otursam saatlerce kamışlara bakıp gelmeyişini beklesem... Bağ derler köprü için. Allah şahit daha hiç kimseleri bağladığını gören olmadı. Bir kişi bile çıkıp gelmedi ki adımı unutayım. Bütün damarlarımda akan dursun. Neyse şimdi o biraz dursun.
Bir uçak dumanının içine gizlenmiş kaçak bir martı. Bir okul zili duysa firar edecek. Kimi zaman beyaz saplı bir bıçak olup boğaz rüzgarında kayar. Kimi zaman da hafif bir tüy. Tüy dedim de sahi nereden aklına geldi kendinden koparıp vermek Öylece unutmuşsun gibi. Üstünde birden çok meyveler olan bir ağaç gördüm düşümde. Ağacın altında tahta bir masa. Masanın üstünde durmadan bir şeyler anlatan bir radyo. Şifalarını sayıyor bir bir meyvelerin. Sahi birden çıka gelmek nereden geldi aklına. Sonra birden çekip gitmek... Semerkant yolcusu şişelere düşkün pervasız bir eski şair mi demişti “özlemeye sen bile kalmadı” diye. Yoksa gene mi uyduruyorum. İçinde tahta masa geçen tuhaf rüyalarımdan mı alıntı yoksa.
Kıyıyı terk eden kayık hikayeleri duymuştum. Kayığın ismi kız ismi. Karşı kıyılarda bulmuşlardı sonra kayığı da bizim kız kocaya kaçmış diye gülüşüyordu elleri şişeli balıkçılar. Bana da ikram etmek istediler kirli yalnızlıklarından. Korkumdan kabul etmedim. Bir bana bir de suya bakıyorlardı bir şey ima eder gibi.
Akasya kokuları sardı her yanı. Nisan yağmurunun biri son mor salkımları da süpürüp götürdü. Kimseler basmasın diye. Ansızın çiçek tozları uçuştu. Bulanık, hardal renkli. Söz ederken dahi burnumda kesif kokuları...