Eskiden pazara fileyle gidilirdi. Şimdi pazara hesap makinesiyle gidiyoruz. Mandalinanın kilosu kaç lira değil mesele; “Bu mandalina eve girmeyi hak ediyor mu?” diye düşünüyoruz. Ekonomi dediğin şey, artık grafiklerden çok mutfakta konuşuluyor.
Hayat pahalı. Bu artık bir şikayet değil, ortak bir tespit. Ucuz olan tek şey alışkanlıklarımızdan vazgeçmek. Peynirden vazgeçtik, zeytinyağını ölçülü kullanıyoruz, dışarıda çay içmek lüks sayılıyor. Eskiden “Ay sonunu nasıl getiriyorsun?” sorusu sorulurdu. Şimdi soru daha net: “Ay mı kaldı?”
Marketlerde etiketler sporcu gibi: sürekli form değiştiriyor. Dün baktığın fiyat bugün başka, sabah aldığın ürün akşam zamlı. Kasaya gelene kadar paran değer kaybediyor. Enflasyon artık sadece ekonomi terimi değil; ruh hali. İnsan sinirlenmeden alışveriş yapamıyor.
Maaşlar ise sanki başka bir ülkede yaşıyor. Zam geliyor ama fiyatlar daha hızlı koşuyor. Ücret artıyor deniyor, ama alım gücü yerinde saymıyor; hatta geriye gidiyor. Vatandaşın cebindeki para artıyor belki ama hayattaki karşılığı azalıyor.
Bir de “tasarruf” tavsiyeleri var. Daha neyi kısalım? Işığı kapatıyoruz, suyu kısıyoruz, peyniri inceltiyoruz… Geriye bir tek nefes almak kaldı; ona da sayaç takılırsa şaşırmayacağız.
Ekonomi yönetimi “sabredin” diyor. Sabır bizde bol ama sabrın da bir mutfağı var. Tencere kaynamıyorsa, sabır taşmaya başlıyor. İnsanlar artık yatırım konuşmuyor; borç kapatmayı başarı sayıyor. Gelecek planı değil, haftalık plan yapılıyor.
Hayat pahalılığı sadece cüzdanı değil, ilişkileri de etkiliyor. Ziyaretler seyrekleşti, sofralar küçüldü, ikramlar sembolik oldu. “Gel bir kahve içelim” cümlesi bile düşünülerek söyleniyor.
Bu ülkede insanlar çalışmaktan kaçmıyor, üretmekten de. Ama karşılığını alamamaktan yoruluyor. Ekonomi düzelir mi? Elbette düzelir. Ama önce rakamların değil, insanların halinin görülmesi gerekir.
Çünkü ekonomi büyürken vatandaş küçülüyorsa, o büyüme kimseyi doyurmuyor.
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: