Devletin kasasından çıkan her kuruş, aslında bizim cebimizden eksilen paradır. Yani devlet dediğimiz şey, sihirli bir kumbara değil; vatandaşın emeğiyle, alın teriyle dolan bir ortak cüzdan. Ancak çoğu zaman bu cüzdan öyle hoyratça açılıyor ki, sonunda kapatmaya çalışan yine halk oluyor.
Yol yapılır, ama maliyeti üç katına çıkar. Köprü kurulur, üzerinden geçen araç sayısı hesaplanırken matematik zorlanır. Dev projeler diye pazarlanan harcamalar, gün gelir elektrik faturasına ek yük, akaryakıta yeni zam, ya da dolaylı vergilerle karşımıza çıkar. Biz markette filesini dolduramayan teyzeyi, işsiz gençleri, geçim derdine düşen emeklileri konuşurken; o “kusursuz plan” denilen yatırımların bedelini halk sessizce sırtlanır.
Devlet harcama yapar, yapmalıdır da. Ama asıl mesele, harcamanın nereye ve nasıl yapıldığıdır. İsraf mı, ihtiyaç mı? Gösteriş mi, gerçekten halka hizmet mi? İşte buradaki ince çizgi, vatandaşın mutfağındaki tencereyi kaynatıp kaynatmadığını belirler.
“Kusursuz” görünen projelerin, aslında “kusur” taşıdığı nokta da budur: Kendi cebinden çıkmadığı için, harcayan elin tasarruf derdi olmaz. Ama o elin arkasında, milyonlarca insanın alın teri vardır.
Bugün sokakta kime sorsanız, en çok neyin zorladığını söyler? Pazar fiyatları, kiralar, faturalar... Oysa devletin gerçek görevi, bu yükü azaltmaktır. Lüks makam araçlarıyla, gereksiz törenlerle, israfa dönüşen yatırımlarla değil; adil, şeffaf ve ölçülü harcamalarla.
Çünkü kusursuz görünen bir sistemin en büyük kusuru, halkın cebini unutmaktır. Ve unutmayalım: Halkın cebi boşsa, devletin kasası da uzun süre dolu kalmaz.
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: