8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların hakları, eşitliği ve şiddete karşı verdiği mücadelenin simgesidir. Kadınların yalnızca hakları için değil, her türlü ayrımcılığa, baskılara ve şiddete karşı duyduğu öfke ve isyanı dile getirmek amacıyla sokaklara dökülmesi, patriyarkal düzene karşı en güçlü duruşlarından biridir.
Ancak son yıllarda, kadınların bu haklı mücadelesinin gölgesinde, dikkat çekici bir gelişme yaşanıyor. 8 Mart’ta şiddetle mücadele ve kadına karşı duyulan saygıyı pekiştirmek amacıyla düzenlenen bazı etkinliklerde, erkeklerin ön planda olduğu ve kadınları temsilen yürüyüşlerde yer alacağı bir anlayış ortaya çıkıyor. Bu yıl Çanakkale’de de, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında, Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün organizasyonu ile erkeklerin katılımıyla kadına yönelik şiddetle mücadeleye dikkat çekmek için bir yürüyüş düzenlenecek. Yürüyüşte, erkeklerin siyah giyeceği belirtilmiş. Ancak burada ciddi bir sorun var.
Kadın haklarının mücadelesinde, patriyarkal bir düzenin egemen olduğu bir dünyada, kadına yönelik şiddeti yalnızca erkeklerin “yanlış” demesiyle sonuca ulaşabilir miyiz? Zaten kadınlar, bu düzende, her gün ve her alanda haklarını savunmak için savaşırken, şiddetin yanlış olduğunu anlatmak erkeklerin üstlenebileceği bir sorumluluk olamaz. Kadınlar, bu düzeni var eden, şiddeti meşru kılmaya çalışan, ekonomik ve toplumsal hayatta çoğu zaman geri planda bırakılan, öldürülen kadınları sistematik bir şekilde savunmaya çalışan erkekler tarafından bilgilendirilmeyi beklemez.
8 Mart, kadınların sadece toplumda en çok maruz kaldığı şiddete karşı haykırışı değil, aynı zamanda tüm kadınların eşitlik talebidir. Bu talep, yalnızca kadınlardan yükselmelidir. Biz, 8 Mart’ta kadınların dünyada karşılaştığı eşitsizliklere, şiddetle mücadele etmeye, kendi kimliklerini özgürce yaşama hakkına sahip olmaya çağırırken, bunu sadece kadınların yapabileceği bir mücadele olarak görmeliyiz. Bu noktada erkeklerin, kadınlar adına kararlar alıp, onların haklarını savunmalarına değil, bunları uygulamaları daha yerinde olacaktır.
Kadınların 8 Mart’ta meydanlara çıkıp haklarını savunurken erkeklerden gelen desteğe değil, en çok ihtiyaç duydukları şeyin eşitlik ve özgürlük olduğuna dikkat çekmeleri önemlidir. Kadınların sesini kısıp, bu sesin bir “erkek” tarafından onaylanması gerektiğini düşünmek, o sesin ne kadar güçlü ve hakkaniyetli olduğunu anlamamak demektir.
Çanakkale’de, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü yıllardır sakin bir şekilde geçiyor. Ancak bu, Türkiye’nin diğer şehirleri için geçerli değil. İstanbul, Ankara gibi metropollerde, kadınlar sokaklara çıkmak istediklerinde engellerle karşılaşıyor. Kadınların 8 Mart’ta meydanlarda olmasına engel olmaya çalışanlar, yıllardır bu mücadelenin temel taşı olan kadınların sesini kısmaya çalışıyorlar. İstanbul ve Ankara’daki 8 Mart yürüyüşleri her yıl aynı manzaralarla karşılaşıyor: polis müdahalesi, yasaklar, gözaltılar… Ne yazık ki, bir kadının sokakta özgürce varlık göstermesi, ne yazık ki bir kadının kendi sesini duyurması, toplumsal düzeni bozan bir durum olarak görülüyor. Kadınlar, her yıl sokaklarda haklarını haykırmaya çalışırken, adeta bir tehdit olarak görülüyor. Oysa gerçek tehdit, kadınların taleplerinin duyulmaması, göz ardı edilmesidir. Kadınlar bu sokaklara, bu meydanlara sadece haklarını savunmak için çıkmıyorlar. Bu yürüyüşlerin her biri, aynı zamanda varlıklarını duyurmak, görünür kılmak ve güvende olmak için yapılmış bir çağrıdır.
Bu noktada sorulması gereken asıl soru şu: Neden 8 Mart’ta kadınların sesinin kısılmasına çalışılıyor? Neden bu kadar yılın ardından bile, kadınların özgürce sokaklarda, meydanlarda haklarını aramaları engelleniyor? Kadınların kendi haklarını savunabilmeleri için, sistemin, düzenin değişmesi gerektiği çok açık. 8 Mart, yalnızca erkeklerin “yanlış” demesiyle değil, kadınların kendilerini özgürce ifade etmeleriyle anlam kazanacaktır.