“Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi, sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.”
Bakara 47
“Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın. Ben sizi alemlerden daha üstün kılmıştım.”
Bakara 122
Günümüze damga vuran iki ayet ile yazıma başlamak istedim. Kendilerine Allah tarafından bu dünya üzerinde toprak vaat edildiğini iddia eden İsrailoğulları büyük bir coğrafyayı kan gölüne çevirmiş durumda. Sebep ise onlar için çok basit ve yine onlar için bu yaptıklarında son derece haklılar. Bayraklarında bile bunu simgelemişler. Bayraklarında ki iki çizgi Fırat’tan Nil’e kadar vaat edilmiş toprakları gösterir, ortadaki Davut yıldızı da İsrail’i.
Onlar için kutsal sayılan bu topraklar her ne pahasına olursa olsun İsrail bayrağı altında yaşamalı. Öyle inanıyorlar. 1917 yılında yazılan ve yayınlanan Balfour deklarasyonu ile düğmeye basıldı ve 1948 yılında kurulan İsrail Devleti ile de hız kazandı bu vaat edilme işi.
Balfour Deklarasyonu olarak adlandırılan bu mektupta İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour (kanlı Balfour), Siyonist lider Rothschild’a şöyle hitap etmekteydi:
"Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.
Majestelerinin Hükûmeti, Filistin'de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Yahudi olmayan toplumların sivil ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyasî statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır.
Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.
Saygılarımla Arthur James Balfour"
Ağrı’nın Diyadin ilçesinden doğan Murat nehri ile Erzurum’un Dumlu Dağı’ndan doğan Karasu nehri kıvrıla dolana akar gider, gider de Elazığ’da buluşurlar, kavuşurlar birbirlerine. Bu kavuşmadan Fırat Nehri doğar. Onlar artık Fırat olmuşlardır. Fırat Nehri; Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep ve Şanlıurfa’yı aşarak Suriye’ye girer ve oradan da ver elini, Irak. Irak içerisinde Dicle ile birleşerek Şatt’ül-Arab olur ve Basra’ya kadar akar gider.
Sınırı iyi anladınız mı? Elâzığ, Malatya, Adıyaman, Gaziantep ve Şanlıurfa kesin kes İsrail’in hedefinde. Artık yanlarında başka topraklarda olursa olur yani.
On milyon nüfuslu bir ülkeden bahsediyoruz. Yani bizim sekizde birimiz bir nüfusa sahip bu İsrail. Ancak bu nüfus sayısına rağmen birden fazla cephede, birden fazla ülke ile aynı anda savaşabiliyorlar. Can alıyorlar, mal gasp ediyorlar, ırza geçiyorlar. Şimdi de sınırımızdalar. Suriye onların bizden önceki son uğrak yerleri.
İyi de biz bunu bir tehlike ya da tehdit olarak görüyor muyuz?
Görmediğimiz ortada. Hele ki tam da tüketim toplumu olduğumuz şu günlerde, zincir marketlerin rafları hep İsrail ürünleriyle dolu. Kendi markalarımızı bile sattık İsrail’e. Bilmeden, istemeden İsrail’i ekonomik olarak finanse ediyoruz hep birlikte. Zirai üretimimizin çok büyük bir kısmı İsrail tohumundan elde edilmekte. Hem de genetiği ile oynanmış, hibrit tohumlar. Yani tohumun çekirdeği kısır, yeniden üretilmesi mümkün değil.
Böyle bakınca aslında işgal altında olduğumuzu bile düşünebiliriz. Çünkü artık topraklarımız da verimliliğini yitirmekte ve yine çünkü; kullanılan suni gübre ile hibrit tohumlar için mecburen gerekli olan tarım ilaçları ekonomik geleceğimizi çalmış durumdalar.
Yıllar içerisinde çeşitli defalar yazdım bu konuyu. Her defasında da İsrail hedefine daha fazla yaklaştı ilerleyen zaman sayesinde. Yine bu yazımla sürekli yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek istedim. Ancak biliyorum ki; birçok vatandaşımız İsrail’in bize dokunamayacağı düşüncesinde. İsrail’in gücü bize yetmez, biz başka ülkelere benzemeyiz, bizimle başa çıkmaya çalışmak ancak delilerin yapacağı bir saçmalıktır…
Böyle düşünenler iyi baksınlar önümüzdeki manzaraya. Bugüne kadar bize dokunulmuş mu yoksa dokunulmamış mı? İsrail’in hedefindeki bölge yıllardır terör örgütü PKK’nın zulmettiği bir bölge. O topraklarda ne yazık ki eğitim, sağlık, sanayi yatırımları batı bölgelerimizdeki gibi yapılamadı. Çünkü hep terör vardı o topraklarda. Çünkü o topraklarda huzur ve güvenlik ortamı sağlanmamalıydı İsrail’in iğrenç gelecek planlaması gereği. Büyük paralar harcanarak terör örgütü PKK, PYD, YPG finanse edildi. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bu iğrenç terör örgütlerinin baş faaliyet alanı oldu ve topraklarımızda huzur-güvenlik ortamı sağlanamadı.
Günümüzde görmekteyiz ki; görevi sona eren terör örgütü PKK kendisini geri çekmekte, siyasi bir atılım içerisine girmekte ve bir yandan da İsrail denen katil devlet topraklarımıza doğru komşu devletler üzerinden ilerlemekte. Büyük resmi görmemiz için daha ne olması lazım?