Sabahın erken saatlerinde balık hali koridorlarında yürürken, tezgahlar adeta bir açık hava sergisi gibi. Sardalyadan istavrite, levrekten çinekopa kadar çeşit bol. Ama bir tanesi var ki, bütün ilgiyi üzerinde topluyor: lüfer.
Bu sezonun en dramatik hikayesi, işte onun tezgahlardaki sessiz varlığında saklı.
Fiyatlar havada uçunca haliyle halk telaşta.
Birkaç hafta öncesine kadar kilosu 850–1.000 TL civarında olan lüfer, kısa sürede uçuşa geçti. Şimdi kimi tezgahta 1.400, kiminde 1.500 lirayı görüyor.
“Denizlerin prensi” artık halkın değil, cüzdanı kalın olanların sofralarında yer buluyor.
Fiyatların böylesine dalgalanmasının nedeni çok: azalan av verimi, değişken hava koşulları, akaryakıt maliyetleri, denetim eksikliği ve aracı bolluğu.
Her biri zincirin bir halkası, ama zincirin ağırlığı yine vatandaşın cebine vuruyor.
Bol çağında mı, kıtlık etkisinde mi? Söylentilere göre anlamak zor.
Denizden gelen haberler kafa karıştırıcı.
Bir grup balıkçı “lüfer bol” diyor, diğerleri “ağ boş geliyor.”
Yani bolluk söylentisi var ama fiyatlar hala kıtlık etkisinde.
Sebebi basit: kimi gün denize çıkılamıyor, kimi gün rüzgar izin vermiyor.
Üstüne bir de plansız avlanma ve eksik denetim eklenince, tablo karmaşıklaşıyor.
Eskiden lodos çıktığında balıkçılar iki gün denize çıkamaz, fiyatlar biraz yükselir, sonra dengelenirdi.
Şimdi o “geçici yükseliş” kalıcı hale geldi.
“Denizlerin Prensi”nin krizi gıda politikalarımızı gözden geçirmemize yöneltti bizleri.
Lüfer sadece bir balık değil, deniz ekosisteminin dengesidir.
Ama bu kadar değerli hale gelmesi, aslında bir uyarı işareti.
Aşırı avcılık, yavru balıkların toplanması ve yetersiz denetim lüferin geleceğini de tehdit ediyor.
Balıkçının mazotu pahalı, ağı yırtık; ama deniz de yorgun.
Eğer bugün “lüfer altınla yarışıyor” dedirtir hale geldiyse, yarın o altın değerindeki balığın yokluğu konuşulacak.
Vatandaşın sofrasında lüfer özlemi var. Mutfağına temiz et ve tavuk girmeyen vatandaş için lüfer ulaşılmaz kategorisinde yer almış oluyor.
Çanakkale’de üç kuşaktır sofraların baş tacı olan lüfer, artık özlenen bir misafir.
Eskiden “lüfer zamanı geldi mi?” diye sorulurdu, şimdi “lüfer bu sene yenebilecek mi?” deniyor.
Fiyat artışı yalnızca ekonomiyi değil, kültürü de etkiliyor.
Deniz kenarında ızgara başında paylaşılan o dostluk sofraları, yerini “en son ne zaman yemiştik” sohbetlerine bıraktı.
Bu fırtınalı deniz nasıl dinecek?
Aslında herkesin sorumluluğu var: Av koruma alanları artırılmalı, kotalar ve yasaklar daha akılcı düzenlenmeli, balıkçılar sürdürülebilirlik konusunda desteklenmeli, tüketici bilinçlenmeli.
“Deniz ürünü” demek illa lüfer demek değil.
Ama lüfersiz bir deniz, eksik bir Çanakkale demek.
Lüferin feryadı aslında denizin sesi.
Bu sesi duymazsak, yarın yalnızca fiyatlara değil, sessizleşen sulara da ağlayacağız.
Deniz yıllardır cömert davrandı bize.
Şimdi sıra bizde — biraz da biz denize cömert davranalım.
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: