Ne kadar ektiğimizi bilmiyoruz.
Kaç çiftçinin tarlayı bıraktığını bilmiyoruz.
Hangi köyde kaç inek, kaç dönüm sulak arazi kaldığını da bilmiyoruz.
Ama her yıl tarımda hedefler koyuyoruz, planlar yapıyoruz, projeler açıklıyoruz…
Peki, neye göre?
Türkiye’de en son Genel Tarım Sayımı 2001 yılında yapılmış. Yani 24 yıl önce!
O zaman cep telefonları yeni yeni yaygınlaşıyordu, internet köylere henüz uğramamıştı.
Bugün dünya dijital tarımı konuşuyor, biz hala 2001 verileriyle “tarım politikası” yapıyoruz.
Üstelik o sayım, öyle masa başında değil, anketörlerin köy köy dolaştığı bir çalışmaydı.
Her hane, her tarla, her ahır tek tek sayılmıştı.
Şimdi ise, “kayıt sistemimiz var” deniyor ama çoğu çiftçi sisteme kayıtlı bile değil.
Köylerde anketör görmek artık mümkün değil; onun yerine “gelin siz odaya, biz soralım” deniyor.
Yaşlısı, genci toplanıyor; kimisi traktörden çağrılıyor, kimisi pazardan.
Ama sahada kimse yok.
Sonra da diyoruz ki:
“Tarımda üretim düştü.”
“Çiftçi desteklerden memnun değil.”
“Verim düşük.”
E nasıl olmasın? Saymadığın şeyi nasıl yöneteceksin?
Bir ülke, kendi üretimini bilmeden nasıl plan yapabilir?
Ya da bilmediği toprağa nasıl sahip çıkabilir?
Genel tarım sayımı sadece bir istatistik değildir.
Bir ülkenin kendini tanıma cesaretidir.
Bugün yeniden sayım yapılsa, belki acı bir tabloyla karşılaşacağız:
Boş kalan tarlalar, yaşlanan çiftçiler, kaybolan tohumlar…
Ama en azından gerçeği bileceğiz.
Gerçek bilinmeden umut da plan da olmaz.
Yirmi dört yıldır tarımı saymayan bir ülke, aslında kendi geleceğini saymamıştır.
Ne dersiniz? Artık toprağı değil, rakamları da sürme zamanı gelmiş midir?
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: