Eskiden sıcaklar bastı mı gölgeye çekilirdik. Anneanneler serin çamaşırları cama asar, biz de rüzgarla kuruyan çarşafların altından geçip oyun oynardık. Limonata vardı, buz nadirdi ama kimse “bu klima ne çekiyor” diye dert etmezdi.
Şimdi Temmuz geldi mi, sadece ter akmıyor; damlama sulamanın sesi bile kesildi. Çanakkale’nin bereketli ovaları susuzlukla kavruluyor. Kaz Dağları'nın serinliğini artık sadece hatırlıyoruz. Sıcaktan kaçmak için klimaya, market sebzesine sığınıyoruz. Ama serinlik pahasına doğayı kurutuyoruz.
Yaşlı bir çiftçi geçen gün şöyle dedi:
“Eskiden domatesin kokusu bahçeye yayılırdı. Şimdi sera domatesiyle çocuklar ilk kez 'gerçek' domatesi tattıklarında şaşırıyor.”
Haklıydı. Çünkü bu coğrafyada artık sadece sıcaklar değil, değerler de buharlaşıyor. Yerel tohumun izi market raflarında yok. Kuraklık var ama hala çim sulayan da var.
“Köyde bazıları çiçek sulayacak diye diğer evler bulaşığını bile yıkayamıyor. Musluklardan saatlerce damla akmıyor. Ama her akşam birilerinin bahçesinden hortum sesi geliyor.”
İklim değişti, biz değişemedik.
Kuraklık doğal afet olabilir, ama bu yaşanan eşitsizlik düpedüz insan işi. Aynı köyde birileri süs bitkileri için tonlarca su harcarken, tarla sulayamayan üretici, toprağını güneşe teslim ediyor.
Bu adil değil. Ne toprağa, ne emeğe, ne birlikte yaşama kültürüne...
Yerli tohumun ömrü, adil paylaşılan su kadar.
Market domatesi ne kadar sulanırsa sulansın, o tat yok.
Ama o tat, bu topraklarda hala var — yeter ki suyu kıymetli kullanalım.
Bir zamanlar rüzgarla serinleyen Çanakkale, şimdi fan sesiyle ayakta durmaya çalışıyor. Oysa bu şehir doğaya yaslanarak güzelleşir. Yerel tohumdan domates, Kaz Dağları’ndan su, halktan sağduyu çıkarsa; hem serinliği hem bereketi buluruz yeniden.
Serin kalmanın en güzel yolu, toprağı kızdırmamaktır. Klimayı biraz kıs, gölgeyi paylaş, fideyi tanı.
Yaz bu, geçer… ama kuraklık öyle kolay geçmez.
İyi haftalar.
Yorumlar
Kalan Karakter: