Her insanın sahip olduğu halde kullanmasını bilmediği yetenekleri vardır ve bunlara AİÇVARYA denir. Hint dilinde bu kelimeyle ifade edilen yetenekler yedi bölümde sınıflandırılır. Bu bölümler yine Hint diline göre Amma (Telekinezi), Lghima (Levitasyon), Prapte (Astral Seyahat ve Telepati), Prakamya, İçitritva (Simya), Sohtart (Medyumluk), Atartvaç (Demateryalizasyon) şeklinde adlandırılırlar ve bu yedi özellik müsbet bilim için kabul edilemez niteliktedirler.
Bunlar neler mi? Cisimleri düşünce gücüyle ufaltmak ya da büyütmek ya da yine aynı yöntemle cisimleri hafifleterek yer çekimine meydan okumalarını sağlamak, onları havada asılı tutabilmek, maddenin her halinde cisimlerin içinden geçebilmek ruhu bedenden ayırarak evrende seyahat edebilmek, düşünce gücüyle iletişim kurabilmek ya da görünmez olabilmek ya da kendi bedenine ikinci bir ruh sokabilmek. Tüm bunları müsbet bilim kabul edebilir mi? Tabi ki hayır. Peki bunlar gerçek dışı ise, niçin bu konu üzerine binlerce kitap yazılmış, niçin birçok film çekilmiş? Nereden çıkıyor bu konunun uzmanları ve o uzmanların yaptığı görsel programlar nasıl oluyor da izleyici buluyor? Niçin tarih boyu bunların varlığı ile insanlık sürekli sınanmış? Yani, madem ki ateş yok, o çıkan duman nedir diye sormazlar mı adama?
Ülke olarak günlerdir konumuz Ece Gürel. Ne yazık ki genç kadın çözülemeyen bir şekilde yaşamını yitirdi. Kimine göre ayin yaptı, kimine göre bir ritüel gerçekleştirirken geri dönüşü olmayan bir yola girdi, kimine göre de spiritüel güçleri olan bir veya birden fazla insanın etkisi altına girerek yaşadıklarının ağırlığı ile ezildi.
Son bir yıl içerisinde sosyal medyada çok ilginç gelişmelere tanıklık ediyoruz. Büyü yapanlar, büyü bozanlar, tılsım yazanlar, muska hazırlayanlar, okuyup üfleyenler, tarot falı başta olmak üzere her türlü fal bakanlar için sosyal medya tam bir ticarethane kapısı olmuş. Kandırılmaya müsait halkın karşısında türlü çeşitli şaklabanlıklar ile boy gösteren birçok kişi duygu istismarı ile servetlerine servet katmaktalar. Neredeyse cahiliye devrindeki kadar bilgi yoksunu olan halkımız bu kez de hislerinin kurbanı olmakta.
Din ve bilim dışında kalan inançlar vardır. Bunlar müsbet bilim ile açıklanamayan, dinde tarifi olmayan ya da dinen sakıncalı görülerek insanlık için yasaklanan inançlardır. Bu inanç sistemi için okült kelimesi kullanılır ki bu ekole de okültizm denir. Yani birisi, metal bir kaşığı sadece bakarak eğip bükebiliyorsa bu okültizm ile açıklanabilir ya da bir kişi ruhunu bedeninden ayırabildiğini ifade ederse bu okültizmin konusudur. Okültizm dinimizce de varlığı bilinen bir gerçekliktir. Kutsal kitap Kur’an çeşitli ayetlerde büyüden ve büyücülerden, üfürükçülerden bahsederek bu durumlardan ve bu kişilerden uzak durulmasını çeşitli ayetlerde öğütlemiştir. Ne yazık ki, halk bu kişilerden medet umarak kendisi için kurulmuş büyük tuzağa düşüyor. Sonrası malum, Müge Anlı’da izliyoruz nasıl dolandırıldıklarını.
İnsanın doğası ne yazık ki hep yardım almak üzere kurgulanmış. Kurallar koyarak dünyada yaşamaya çalışıyoruz. Tabelalar ile, çizgiler ile, elektronik aletler ile yön bulmak zorundayız. Seslenerek, korna çalarak, zile basarak, selektör yaparak, telefon çağrısı ile birbirimizden haberdar olabiliyoruz. Yaşadığımız dünyada bunlara ihtiyacı olan başka canlı var mı? Yok tabi ki. Biz, bize öğretilen hayatı yaşıyoruz. Sürekli öğrenme ihtiyacı ve para için çalışma zorunluluğu. Para ise bu dünya da zaten her canlı için var olanı alabilmek adına zaruri bir ihtiyaç. Oysa ki; mesela bir sokak kedisinin paraya ihtiyacı yok. Her canlı gibi onun da tüm ihtiyaçları doğada mevcut ve o da her canlı gibi ihtiyacı kadar olanını doğanın sunum tepsisinden alıyor. Biz ise, doğada zaten var olanı satın almaya çalışıyoruz. Satın aldığımız eşyaların tamamı doğada mevcut olanlardan imal edilmiş eşyalar ancak bizler ne yazık ki bize öğretilen hayatı yaşamayı tercih etmiş zavallılarız. Bu yüzden var olan okültizm için de kandırılıyoruz, doğada var olanları satın almamız gerektiği saçmalığına inanmamız için de kandırılıyoruz. Okul hayatı bu yüzden var. Bize yaşamamız gereken hayatı öğretiyorlar. Bize özellikler yükleyerek bizi programlıyorlar. Mühendis, mimar, doktor, ekonomist gibi mesleki bölünmelerle insan sınıfları oluşturuyorlar. Para akışını doyma, barınma, örtünme, ulaşım, iletişim ve aile kavramları üzerine oturtarak kişinin bu akış içerisinde dönen dişlilerde hayatını tamamlamasını sağlıyorlar.
Bu kötü döngü bitmez çünkü insan oğlunu eğitim denilen kodlama sisteminde “mutluluk” diye bir olgu ile donatmış durumdalar. O mutluluk olgusuna erişmek isteyen insan, sürekli olarak eğitimin dayatmasına boyun eğmek zorunda. Çünkü ev almalı, araba almalı, güzel-yakışıklı bir eşi olmalı insanın ki mutlu olsun. Bunları sağlamanın evrensel yolu da “para”.
Şimdi, sonuç olarak ne yazık ki Ece Gürel hayatını kaybetti. Ne yazık ki bu son olmayacak. Büyücüler üfürecek, sermaye sahipleri “para piyasaları” adı altında kurdukları sistemle halkı o üfürükçülere itecek ve bu devran dönecek.