Gaziantep Havalimanı. 20 Mayıs 2023. Saat 00:30. Uçuş yapan pilotların kuleye uyarısı ile tüm seferler iptal edildi. 26 uçuş çevre illerdeki havalimanlarına kaydırıldı ve Gaziantep’te pilotların görüp kuleye bildirdiği uçan nesne tanımlanamadan ortadan kayboldu. Konu haberlerde çok kısa ve sanki Acun mizanseni gibi halka sunuldu ve gereken önemi kazanamadı.
Bu kez adres İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı. 28 Ocak 2025. Pilotlar tüm gün kuleye “tanımlanamayan trafik” ikazı veriyorlar. Uçuşlar devam ediyor ancak tanımlanamayan trafik ile fiziki olarak karşılaşan hiçbir pilot yok. Yok ama radarlarında tespit edilen sinyalde de eksilme yok. Kimi pilot 300 feet diyor, kimi pilot 500 feet diyor diyor, kimi pilot alçalan bir tanımlanamayan trafik diyor.
2024 yılının son çeyreğinde ve 2025 yılının ilk günlerinden itibaren dünya hava sahasında çok fazla olayla karşılaştık. Dünyanın her yerinden haberler akşam saatlerinde ekranlarımızdaydı. Düşen uçaklar, pisti pas geçenler, UFO alarmları, çok yüksek dereceli türbülanslar, havada çarpışmalar gibi bir yığın ve dünyanın her yerinden gelen haberlere seyirci olduk bu zaman diliminde.
Yine bu dilimde, ABD büyük bir yangın felaketi yaşadı. Gördüklerimiz ürperticiydi. Havadan adeta ateş açılmış gibi noktasal hesaplamalarla alevler yağıyordu. Sanki sınırları çizilmiş gibi kentin bir bölümü tamamen yok oldu iki günde.
Belirttiğim takvim döneminde bir başka durum daha ortaya çıktı. Dünyanın her ülkesinde, tüm kahinler 2025 yılında “onlarla tanışacağız” dediler.
“Onlarla tanışacağız”. Kim onlar?
Son beş yüz yıldır Irak’ta birçok çivi yazılı tablet gün ışığıyla kavuşmaya başlamıştı ve geride bıraktığımız yüz yıl içerisinde bir Rus Sümer dili uzmanı Irak seyahati ile dünyanın adeta çivisini çıkardı. Samuel Noah Kramer. Topraktan fışkıran tabletlerin koruma altına alınması, bakımdan geçmesi, tasnif edilmesi ve tercüme edilerek günümüz insanına açıklanması gerekiyordu ve tarihler de 1930 yılının günlerine demirlemişti. Çıkartılan tabletler kapanın elinde kalıyordu ve çeşitli ülkelere gidiyordu. Diyelim ki 5 tablet aslında bir bütündü ama beş tabletin biri kırılmıştı ve ikisi Fransa’ya giderken biri İngiltere’ye biri de Türkiye’ye gitmekteydi. Kontrolsüz bölgede ganimet kapanın elinde kalıyordu ve daha önce de böyle olmuştu. Yani Sümer dilini bilmek o bölgede ortaya çıkan tarihi anlamak için yeterli değildi. Dünya çapında bir tarama yapılmalıydı. Mezopotamya’nın Osmanlı kontrolünde olduğundan beri dünyanın her yanına dağılan tabletlerin çoğu iyi korunamamış ve bakımları yapılamamıştı. S.N.Kramer’de işte bu yüzden dünya çapında bir araştırmaya girişti ve yolu Türkiye’ye de düştü. Türkiye’de bulunan Sümer tabletleri şimdinin Arkeoloji Müzesi olan ama o zamanlarda adı Eski Şark Eserleri Müzesi olarak geçen müzedeydi. Topkapı Sarayı’nın hemen yanında olan müzede görevli üç kişi vardı. Topkapı Sarayı’nın Müdürü Kemal Çığ’ın eşi Muazzez İlmiye ÇIĞ, Hatice KIZILAY ve Fritz Rudolf KRAUS. Üç görevli Sümer, Akad ve Hitit dilinde yazılmış binlerce tableti temizlemek ve tasniflemekle meşguldüler. Dünya mirasına büyük bir çalışma ile katkıda bulunan bu üçlüye S.N.KRAMER’de araştırmacı olarak katıldı ve özellikle Muazzez İlmiye ÇIĞ ile birlikte bütün tabletleri tercüme ettiler. Muazzez Hanım üç binden fazla tableti kopyalayarak katalog haline getirdi ve tüm dünya araştırmacılarının hizmetine soktu. Bu tabletler, tarihsel önemi olanlardı çünkü tabletlerin birçoğu ticari kayıt içermekteydi. Yani tarihsel bir önemi yoktu. Birçok tablet ders kitabı ya da ders çalışması içeriğindeydi ve bunlarında eğitici olanları kopyalanmıştı. Tüm bunlar olurken ve dünyanın her yerinde ele geçirilen tabletler kopyalanıp tarihçilerin çalışmalarına sunulurken bir başka araştırmacı daha ortaya çıktı ve dünyayı sarsan on iki kitaplık dünya tarihçesi eserini insanlığa sundu. Zecharia SITCHIN.
Zecharia SITCHIN
Sitchin, on iki ciltlik eserinde kopyalanan tabletlerden hikâyeyi çözdüğünü ve insanlık tarihinin gerçeğini bulduğunu iddia ediyordu. Peki neydi bu iddia?
Aslında son zamanlarda yapılan yayınlarla ucundan kıyısında hepiniz bilgi sahibisiniz konu hakkında. Hani şu Anunakiler hikayesi. İşte o hikâyenin sahibi Zecharia Sitchin’dir. Bir zamanlar Sitchin’in on iki eserinin tamamı Türkçeye de çevrilmişti ancak şu anda bildiğim kadarıyla sadece “ENKİ’nin Kayıp Kitabı” adlı bölüm yayınlanıyor. Hoş; siz de benim gibi on yıllar önce bu çalışmanın tamamını sahaflardan toplayabilirdiniz ancak artık o da pek mümkün değil çünkü o eserleri elinde bulunduranlar pek nadir piyasaya geri sunuyorlar.
Sitchin’ne göre bundan dört yüz elli bin yıl önce dünyaya geliyor bu Anunakiler. Dünyamıza ilk önce kendi gezegeninden kaçan devrik Kral Alalu “GÖKSEL KAYIK” (tabletlerde uzay aracına verilen isim) kullanarak geliyor ve dünyamızdaki altını keşfederek kendi gezegenlerine haber gönderiyor. Çünkü yine tabletlerde yazana göre, kendi gezegenlerinde oluşan ozon deliğini kapatmak için altına ihtiyaçları var, yoksa gezegenleri yaşanamaz bir hale gelecek. Şimdi size bu tabletlerden Zecharia Sitchin’in oluşturduğu kurgudan bir alıntı yazayım;
“…Alalu altın gezegenine vardı zaferle; göksel kayığı bir fırtınayla yere çakılmıştı. Işınla çevreyi taradı. Bulunduğu yeri keşfetmeye çalıştı. Arabası kuru toprağa inmişti, çok geniş sazlıkların tam ortasında durmuştu. Kartal miğferini takıp balık giysisini giydi. Göksel Kayığın kapağını açtı, etrafa bakındı. Zemin koyu renkli, gök maviydi. Hiç ses yoktu, kendini karşılayan, selamlayan yoktu. Yabancı bir gezegende tek başınaydı…
…derin sulara doğru ilerleyip sınayıcıyı suya soku. Hevesle baktı sınayıcının aydınlanan yüzüne, kalbi deliler gibi atıyordu. Sınayıcı suyun içeriğini gösteriyordu; bulgularını semboller ve sayılarla açığa vuruyordu. Aniden durdu Alalu’nun kalp atışları, sularda altın vardı! Böyle diyordu sınayıcı…
…Göksel Kayığa döndü Alalu, kendi gezegeninin (NİBİRU) yönünü bulmak için Kaderler Tabletini kullandı ve Sözleri Taşıyan’ı kurcalayarak doğru frekansı buldu. Sözleri Nibiru’ya taşınacaktı. Sonra, Nibiru’ya şu sözleri söyledi: ‘Büyük Alalu’nun sözleri, Nibiru’daki Anu’ya (Anu, Nibiru’daki yeni kraldı ve Alalu’nun da kardeşiydi) sesleniyor. Başka bir gezegendeyim, kurtuluş altınını buldum, Nibiru’nun kısmeti benim ellerimde, şartlarıma kulak ver ve dinle.’ Alalu’nun sözleri taşıyan ile Nibiru’ya ulaşması, artık insanlığın da dönüm noktasıydı…”
İşte bu sözler ile gelmişti gökten gelen elliler ya da başka bir deyişle Anunakiler. Başlarında Anu’nun oğlu Enki olduğu halde geldiler ve dört yüz kırk beş bin yıl kaldılar dünyamızda. Tüm insanlığa değdiler, tüm dünyaya iz bıraktılar. Devasa yapılar, tapınaklar, uzay istasyonları ve maden kazıları…
İşte, günümüz kahinlerinin “onlarla tanışacağız” sözündeki onlar, bunlar. Yeniden geliyorlar diyor tüm kahinler. Ancak bizde sadece Yusuf GÜNEY’in sözleri dikkate alınıyor. Gerisi hikâye halkımızın gözünde. Oysa ki sadece ben bile son on beş yılda onlarca köşe yazımda yer verdim bu konuya ve “farkındalık” yılı ilan ettim 2020 yılını yazdıklarımla ama nafile.
Tüm arkeolojik bulgular gerçekleri haykırıyor aslında. Dünyanın her yerinde aynı resimler, aynı semboller, çantalar, saat şeklinde takılar, tablet şeklinde görseller, astronot kostümlü kabartma duvar tasvirleri. Hint, Türk, Grek mitolojilerinde ki göz ardı edilemez benzerlikler.
Peki şimdi ne olacak? Aslında olanlar çoktan olmaya başladı bile. Öncelikle atmosferimizi ayarlamaları gerekiyordu kendilerine göre ve pandemi saçmalığıyla bu yapıldı. Artık onlara uygun bir atmosferimiz var. Bir başka konu da insanın yaşam süresi. Bu süre mümkün olduğunca kısa olmalı ki; bunu da o aşı ile gerçekleştirdiler. Peki ya yeni nesil, aşı da olmadılar. Onlar da değişen atmosfere doğdular. Yani insan için değil, dünya dışı yaşam formu için dizayn edilmiş yeni atmosfere doğdular. Günümüzde, o pandemi döneminde aşı olanlar patır patır ölüyor kalp krizleriyle. Ben de 2023 yılında kalp krizi geçirdim ve üç stent ile atlattım ama “bakalım ne zaman” diyerek yaşıyorum.
Çare pek görünmüyor. Atatürk, Hitler, Kennedy gibi dünya liderleri konunun takipçisi oldukları için ortadan kaldırıldılar. Artık konunun takipçilerinin bir önemi yok çünkü konu ortada. Hollywood ile güzel bir kıvama geldik. 1977 yılında vizyona giren Yıldız Savaşları filminde hologram teknolojisi bize gösterildi. 1988 yılında vizyona giren Yaşıyorlar filminde de dronlarla tanıştık ama bunların gerçekten hayatımıza girmeleri için iki binli yılları görmemiz gerekti. Yine Hollywood ile Ay’a inme komedisini izledik. Düşünsenize 1969 yılında Ay’a gidilmiş olsaydı, o günün teknolojisi ile hem de! Bugün Ay’da apartmanlar, siteler, kasabalar, kentler ve belki de ülkeler olmaz mıydı? İnsanlık Ay’da kolonileşmez miydi? Ay’da doğan çocuklarımız Ay’lı olmaz mıydı? Ne komik değil mi? Bu gerçekler önümüzde dururken bizler ACUN’un kanalında Survivor izliyoruz. Bir başka ülkedeki insanlar da başka bir şeylerle avunuyor. Tüm dünya, hep beraber telefon ekranına bakarak hayatımızı çürütüyoruz, ömrümüzü tüketiyoruz.
Ne yazık ki; ben, sizlerin inanmadığı bu konuları yazmaya devam ederken, sizler de okurken bile inanmadığınız bu konuları yaşamaya başladınız.
Ufuk CANKAYA