Komik bir ülke oldu Türkiye. Müge Anlı ile başlayan gün, acun Medya ile devam ediyor ve türlü-çeşitli ahlaksızlıklarla bezenmiş yerli dizilerle son buluyor. Bir daha aynı gün ve bir tane daha aynı gün derken öğretilmiş hayatımızın sonuna doğru hızla ve bomboş bir maneviyatla yol alıyoruz.
Bomboş maneviyat ne demek? “Hepimizin maneviyatı dolu” demektesiniz değil mi? Öyle mi? Peki, bakalım öyle mi?
Kürşat ne demek? Kimdir Kürşat? Yaşı yetip de Ülkü Ocağı görmüş olanlar bilirler. Tarihe meraklı olanlar bilirler. Yolu Nihal Atsız kitapları ile kesişen ve Bozkurtlar’ı okuyanlar bilirler. Adı Kürşat olanlarınız da bilirler. Ya diğerleriniz? Bugün Kürşat’ın ve kırk çerinin yaptığını kaçınız yapabilir? O maneviyata eren kaç kişi var aramızda. Ya da Boğaç Han ile babası Dirse Han’ın arasında geçen olaylara onlar hangi manevi güç ile göğüs gerdiler, bilir misiniz? Ya da aralarında geçen olayları bilir misiniz? Bamsı Beyrek’i Bani Çiçek’i, Seyit Onbaşı’yı, Yahya Çavuş’u, Hasan Tahsin’i, Kuşçubaşı Eşref’i, Topkapılı Cambaz Mehmet’i bilir misiniz? Hepimiz bilmeliyiz. Bilmeliyiz ki tekrar bir kurtuluş mücadelesi vermeyelim.
Manevi duygularından yoksun, geçmiş kimliğinden uzak bir toplum olduk. Dede Korkut’u bilen yok, okuyan yok, okumaya başlasa sabredip sonunu getiren yok. Sonunu getiren olsa, ders çıkaran çok az. Elimizde telefon, sosyal alemlerde gezip durmak daha hoş. Yozlaşalım diye elimize verdikleri akıllı telefonlar her geçen gün bizleri yozlaştırıp bizden daha akıllı hale geldiler. Artık aklımız telefona yetmiyor. Akşam ne pişireceğini yapay zekaya soran torun torba sahibi kadınlarımız var artık. Beyinler süngerleşmiş durumda. Reels izlemekten gözler bozulmuş, algılar kapanmış, benlik yitimi tamamlanmış, tek düze yaşamlar kabul görmüş toplum olduk çıktık.
Birisi çıkıyor, hoca olduğunu iddia ediyor. Cenneti tarif ederken de basit matematikten bile bir haber hesap yapıyor. “Cennette yetmiş bin odalı köşk verilecek her birimize” diyor. “Her bir odada yetmiş bin tane çadır olacak” diyor. “Her bir çadırda bir Huri olacak” diyor. “Tam dört milyon dokuz yüz bin Huri eder” diye de hesap ettirip ekliyor sözlerine. Şimdi bir kere yetmiş bin ile yetmiş bin çarpıldığında dört milyon dokuz yüz bin etmez, dört milyar dokuz yüz milyon eder. Yani müsbet bilimden nasibini almayan hocadan bahsediyorum. Ve ne yazıkki bu hocanın ardında binlerce mürit var. Bu kişi Seyyid olduğunu iddia ediyor. Yani peygamber soyundan bir kişi olduğunu iddia ederek Rufai tarikatının temsilciliğini yapıyor. Tarikatın kurucusu Ahmet Bin Ali El Mekki Bin Yahya (Ahmet El Rufai). Bu kişi yaşadığı dönemde Hz.Muhammed’in elini öpüyor ancak müritleri buna fırsat bulamıyorlar ve üzüntüden başlıyorlar kendilerini yaralamaya. Kesici aletler, delici aletler, zincirler, taşlar ile vücutlarına hasar veriyorlar. Bunu gören El Rufai Allah’a yakarıyor; ”Yarab, müritlerime bu sırrı nasip et” diyor. Hani zikir halindeyken vücutlarına şişler batıran topluluk, mutlaka görmüşsünüzdür ya da bir şekilde bilginiz vardır. İşte dört ana tarikattan birisi bu Rufai Tarikatı. Bu Huri’ci hoca da işte bu tarikatın bir temsilcisi, iyi mi?
Yani bu örnek ile de demem o ki; maneviyatı çok yüksek olan bir tarikatın hocası bile o maneviyatı değil de pornografiyi konu ederek sesini duyuruyor. Artık işimiz gücümüz aşk, sevgi adı altında seks ve porno olmuş durumda. Küfürsüz konuşan kaç kişi var hayatınızda. Hangi yerli dizide çarpık ilişki yok. Hocalar bile sürekli seks içerikli hutbeler veriyorlar cemaatlerine.
Özümüzü kaybettik. Manevi değerlerimizi yitirdik. Osmanlı kavramı ile Türk kavramı karışmış durumda. Aslını bilen yok. Lala ne demek, kimlerdi Lala’lar, ne yaparlardı? Düşünen yok. Turan ne demek? Ötüken neresi? Tanrı Dağlarında neler oldu? Kızılelma nedir? Kaç kişi bunların cevabını verebilir? Mustafa Kemal’e niçin ATATÜRK soyadı verildi? Niye Türkler Osmanlı döneminde sarayda görevli değillerdi?
Maneviyatımızı yitirmemize neden olan olayları Atatürk’ün adımları ile ne yazık ki sadece Atatürk’ün ölümüne kadar erteleyebildik. 10 Kasım 1938’den beri maneviyatımız eriyip yok olmakta.
Değerlerimizi unuttuk, göz ardı ettik, rafa kaldırdık, yeni nesillere aktarmadan ilerledik ve geldiğimiz noktada Uygur Türkleri Çin zulmü altında ezilirken başka uluslara sınır kapılarımızı açtık. Ne ülkü kaldı genç nesle verebildiğimiz ne de Turan inancı. Ellerdeki telefonlar aklını yitirene dek de tüm maneviyatımızı kaybetmeye devam edeceğiz.
Ufuk CANKAYA