Sene 2028 olacak ve Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Planlanan seçim durumu şu anda bu. Ben erken seçim için bir hazırlık duymadım. Gerekliliğinden bahsetmiyorum, var mı böyle bir durum diyorum. Yok böyle bir durum. Cumhurbaşkanlığı seçimi 2028 yılında yapılacak. Peki, öyleyse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu neye aday oldu? Ülkenin seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var, kendisi görevinin başında ve sağlıklı. Eeee, o zaman ne olmakta bu CHP’de? Neyin adaylığı bu? Demezler mi adama; alanda kaçan mı hemşeriiimmm…
İBB Başkanı Ekrem Bey üç yıl sonra yapılacak olan seçimler için aday oldu ve mensubu bulunduğu partisi CHP’de boş durmayarak ön seçim sandığı kurdu. Düşünsenize, üç yıl önceden işi gücü bıraktılar, koltuk kavgasına giriştiler. Sanırsınız ki; İstanbul dünyanın en sorunsuz metropolü durumuna gelmiş Ekrem Bey yönetiminde. Yani sanki İstanbul’un trafik, otopark, temizlik sorunlarını çözmüş durumda Ekrem Bey. İstanbul’da yaşayan vatandaşların tamamının barınma ihtiyacını karşılamış, gençlik merkezlerindeki atölyelerde İstanbul gençliği geleceğine yön veriyor, deprem önlemleri en üst düzeyde alınmış, kentsel dönüşüm vatandaşın korkulu rüyası olmaktan çıkmış durumda. Gülümsediniz değil mi? Komik geldi. Oysa ki; görünen tablo da Ekrem Bey İstanbul metropolünün yönetimini salmış ve üç yıl boyunca sürecek seçim çalışması içerisine girmiş. Üç yılın sonunda da adaylığı resmileşince ne olacak, halkın iradesi ile seçildiği makamını bırakacak. Çünkü yerel seçim takvimi 2029 yılını işaret ediyor. E bu durum seçmenine saygısızlık değil mi? Bugün yaptığı, yani makamının görev sorumluluğunun dışına çıkarak olmayan bir seçimin adayı olduğunu açıklaması seçmenine saygısızlık değil mi? İstanbul halkı hizmet beklerken, dağ gibi birikmiş metropol sorunları çözüm beklerken, yani bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu Ekrem Bey?
Bir paragrafta, bir cümle ile kocaman ve çözülememiş İstanbul sorunlarının bazılarını dile getirdim. Yani İstanbul’da yapılacak çok iş var yapmak istedikten sonra. Beş senelik görev süresinin ilk bir senesini dolduran bir Belediye Başkanıdır Ekrem İmamoğlu. Geriye kalan dört senede de İstanbul için bir faydasının olamayacağını yaptığı Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ortaya koymuştur. İstanbul’un dertlerine sağır bir liderden Türkiye’nin dertlerine çare olmasını istemek ne derece realist bir yaklaşımdır, bilemiyorum.
İstanbul’un olduğu gibi ülkemizin de çözüm bekleyen birçok sorunu var. Turizmde battık. Bölge turizmini Yunanistan domine ediyor. Sebze meyve üretiminde ithalata yönelen bir grafik ile iflası yaşadık. İlaç artığı taşıyan ürünlerimiz gümrükten ötesini göremiyor. Laboratuvar aşamasında elimizde patlayan yerli üretim tarım ürünlerimizi halkımıza yediriyoruz. Hayvancılığımız biteli o kadar uzun zaman oldu ki, yeniden başlasak eğitimli insan bulmakta zorlanırız. Yarı mamul ya da mamul üretiminde sınıfta kaldık. Fabrikalarımız birer birer kapandı. Devlet teşekkülleri tamamen sıfırlandı. Tekstil devi olan ülkemiz yabancı markaların fason atölyesi durumuna geriledi. Sağlık konusundaki tüm atılımlar artık yerini toplu hekim boykotlarına bıraktı. Yabancı yatırımcının eline bakan bir ticari yapıya dönüşen ekonomimiz tamamen dibe vurmuş durumda. PKK, KCK, PYD, YPG muhatap alınarak masaya oturulmuş vaziyette. Gençlik gelecek planlamasını sınır dışına dayalı çözümlemeler ile yapmakta. Tüm bunlar ve daha birçokları ülke yönetiminin acil çözüm bulması gereken meseleler durumundayken, İstanbul’un sorunlarını çözemeyen bir kişi gelip bunları çözecek öyle mi?
Hem, niçin Ekrem Bey? Niçin CHP Genel Başkanı değil? Niçin bir başka değerli isim değil? Niçin mevcut Cumhurbaşkanı değişmeli? Değişmese olmaz mı? Toplumsal mutabakat sağlanarak mevcut Cumhurbaşkanı’na ülkenin geleceği için tam destek verilse ne kaybedilir?
Bana göre çok komik bir parti bu CHP. Son Genel Kurullarında bir takım şaibeli oy verme işlemleri gündeme geldi birkaç gün önce. Hemen olağanüstü kurultay kararı aldılar. O son Genel Kurulun hükmü kalmasın, yeni Genel Kurul ile geçmişin izleri kapansın istediler. Eeeeee, bunu hepimiz anladık, güneş bir kez daha balçıkla sıvanmadı, oy verme işlemlerinde şaibe varmış demek ki. Bu durum bence komik, trajikomik hem de. Hem aynı CHP senelerdir mevcut Cumhurbaşkanına yönelik olarak bir üniversite diploması savaşı vermekte. Diploma vardı, yoktu, olan diplomayı veren okul o yıllarda yoktu, vardı… Bir türlü bitmeyen bu durumun üzerine, anlamsızca bir anda ortaya çıkardıkları adayın, Ekrem Bey’in üniversite diplomasından patlaması da ayrı bir komedi. Yuh artık yani. Ha diyorlar ki; efendim diplomayı iptal eden kurum bu konuda yetkisizmiş, iç tüzük dermiş ki; öğrenim sürecinde ne yapılırsa yapılır, o süreçte bişey yapılmadıysa geçmiş olsun falan… Nasıl yani? Alan da kaçan mı? Yani hukuksuzluk var ama o vakitte yapılmamış bişey, şimdi niye yapıyonuz ki?
Bakın size yakın tarihimizden bir anekdot aktarayım. Bilenleriniz bilir, bilmeyenleriniz de umarım bir çıkarımda bulunur. Süleyman DEMİREL Cumhurbaşkanıydı ve görev süresi doluyordu. O tarihlerde Cumhurbaşkanını TBMM seçerdi ve Başbakan da Bülent ECEVİT’ti. Bir türlü uygun Cumhurbaşkanı adayı bulunamıyordu ve Demirel’den Ecevit’e bir teklif geldi. Gelin siz Cumhurbaşkanı olun, meclis bunu büyük bir coşkuyla kabul eder, halkın da gönül rızası gerçekleşir dedi. Ancak sorun vardı. Bülent ECEVİT üniversite mezunu değildi. Cumhurbaşkanı olacak yeterliğe sahip değildi yani. Bu gerçeği dile getirdi Ecevit ve kendisine bu liyakat uygun görüldüğü için de teşekkür etti. Ancak Demirel kararlıydı ve bu kez de kanunları değiştirmeyi, üniversite diploması zorunluluğunu ortadan kaldırmayı, bu düzenlemeyi mevcut Cumhurbaşkanı olarak hemen onaylayacağını söyledi. Bu sayede Ecevit Cumhurbaşkanı olabilecekti ancak çok büyük bir devlet duruşu ile Ecevit Demirel’e cevap verdi. “Kanunlar toplum içindir, kişiler üzerinden düzenleme yapılmaz” diyerek Cumhurbaşkanlığı makamına gelmedi. Zaten aynı Ecevit, 1980 sonrası siyasi yasaklı olarak kapatılan partilerin yasaklar kalktığında tekrar kurulmaları neticesine de çok büyük bir devlet aklıyla yaklaşmıştı. O dönemde mevcut siyasi sol partiler birleşerek CHP’yi yeniden kurduklarında ortaya çıkan yapıya bakan Ecevit, partisi DSP’nin CHP’ye katılmasının ancak bir şartla olabileceğini söylemişti. “İçinizdeki marjinal yapılaşmalardan kurtulun, yoksa Demokratik Sol Felsefe’nin sizin partinizde yeri olamaz”. Yani CHP son sol görüşlü Başbakan’dan da veto yemişti o tarihlerde. Şimdi CHP’ye bakıyorum da seviye nasıl da ayaklar altında. Eleştirdikleri her yerden patlıyorlar.
Ülkemiz son dönemlerde yeniden bir şekil alma sürecine girdi. Ülkemizin tabii kaynakları, ticari faaliyet alanları, toplumsal uzlaşılar, radikal anlayışların topluma sunumu, ekonomik devrim gibi günlük yaşam üzerinde son derece etkin konular artık yön bulmamızda referans durumundalar. Tüm bunların ışığında, bizi çağdaş yarınlara taşıyacak lideri seçerken, bir ya da iki aday değil, birçok aday ile seçime gitmeliyiz. Ülke dinamiklerinin yönetimde temsili için gerekli olan tek şey, sağ duyulu seçmendir.