Birkaç hafta önce bir kitaptan bahsetmiştim. Stefano D’Anna ‘nın “Tanrılar Okulu” adlı kitabı… Felsefesi hızlıca okunup geçilecek bir kitap olmadığından bende sindirerek ve yavaşça okuyorum… Kitap bitmek üzere ama gerçekten hayatla ilgili çok ilginç ve günlük hayatta fark etmediğimiz, üzerine düşünmediğimiz konulara çok ilginç bakış açıları sunuyor. Kitabı derin ve sıra dışı buldum. Ayrıca kendisiyle uğraşmayı seven herkesin de okuması gerektiğini düşündüğüm bir başucu kitabı. Kişiye derinlik katacak farklı bakış açıları sunduğu gibi zihninizi de yoran, düşünmeye sevk eden nadir kitaplardan bence… Mutlaka okunmalı!
Kitabı tekrar elime aldığımda önemli yerleri okumak adına değerli bulduğum yerlerin altını çizerek okuyan birisiyim. O yüzden önem verdiğim bütün kitaplarım çizilmiştir ve bu kitapları birisine vermekten hiç hoşlanmam. Bu nedenle ya yenisini alırım hediye ederim ya da kitabı almaya teşvik ederim. İşte bu kitapta altını sıkça çizdiğim bir kitap oldu. Neyse… Yeterince övdüm sanırım. Şimdi de sizlerle birkaç çizilmiş paragrafı paylaşmak istiyorum. Dilerim cümleler sizde de güzel etkilere vesile olur ve hayata karşı sorduğunuz sorulara cevap olur…
-“İnsanın tek özgürlüğü , kendisini ne şekilde öldüreceğidir.
İnsanın kendini öldürmesi için, silah ile yiyecek arasındaki tek fark seçilen yöntemin çabukluğudur!
İnsan vücudu çok dayanıklıdır. Bedenlerimizi yok etmek için kendimize izin verdik. Hastalık, çöküş ve ölüm gibi yaşlanmayı yaratan düşünce ve duyguları bedenlerimize yüklüyoruz.
Oluş, beden ve dünya tektir ve aynıdır!
Gördüğün ve dokunduğun ne varsa hepsi katılaşmış ışıktır, algıladığın her şey ise organlarının yansıttığı görüntüden başka bir şey değildir. Organların sadece senin dünyaya en yakın kısımların değildir, onlar dünyanın gerçek kurucuları, yapıcıları ve yaratıcılarıdır.
Bir gün hazır olduğunda, tek bir öğün yemeğin bile aşırı olduğunu anlayacaksın. İnsanın iç organları yemekleri sindirip atmak için yaratılmadı! İnsanın organları… bütün organları… düşlemek üzere oluştu! Bu onarın doğal işlevidir. Beden besinlerden arındığında, yüz daha zarifleşir, zihin açık, hazır ve hızlıdır. Hücreler minnet duyarlar, kendilerini yenilerler; iyileşme süreci yoluna girmiştir, varlığın yeniden doğuşu önce bedende, sonra olaylar dünyasında kendisini göstermeye başlamıştır.
Organlar yiyecekten arındığında kendi gerçek ve doğal işlevlerine, düşlemeye yeniden dönmeleridir. Düşleme gücüyle, günlük yaşamında bir insan neyi isterse, onu maddeye dönüştürür.
Yaşam kaynağı olarak dış dünyaya inanmaktan vazgeçtiğinde, artık olur olmaz yiyecekleri yiyemez, kaba saba şeylerle beslenemezsin. Yüksek sorumluluğunun bilincine varmış bir insanlık, hem Oluş’unun niteliklerini yükseltmek yoluyla hem de yeni bir düşünce , hissetme, nefes alma ve hareket etme biçimiyle alternatif bir besin kaynağını keşfedecektir. Gerçek besinimiz olan bu yiyeceğin menşei bizdedir ve sadece tanımlanmış dünya yerine kendi irademiz hayatlarımızı yönetmeye başladığında yeniden erişilebilir olacaktır.
İnsanı zehirleyen yiyecek değil, ona bağımlı olması, yani onun kendisi için zorunlu olduğuna inanmasıdır.
İnsan, bir kez korkularının maddeleşmiş hali olan ölüm sanayisini ve çöküş ekonomilerini yenmeyi başardığında doğuştan hakkı olana tekrar kavuşup varoluşunun yüce amacı olan fiziksel ölümsüzlüğe erişebilir. “