Zamanın hızlı geçtiğini bir sabah kahvemi içerken fark ettim. Hani o sıradan sabahlardan biriydi. Pencerenin kenarında solmuş bir çiçek, kurumuş yapraklarıyla sarkmıştı. Aynı ben gibiydi belki; bir zamanlar yeşermeye hevesli, ama ilgisizlikle susuz kalmış, sonra unutulmuş. O sabah anladım ki yıllar geçip gitmiş, hem de ben bakmazken, ben başkalarının hayatını izlerken, kendi hayatımı hep bir kenarda bırakmışken.
Yalnızlığın ne demek olduğunu bilen bir kadınım. Kalabalıklar içinde yalnız hissetmenin, birinin sesiyle uyanmak yerine çalar saatin metalik yankısıyla güne başlamanın, akşam yemeklerini sessizliğe kurmanın ne demek olduğunu öğrendim. Önce zannettim ki bu bir seçim.
"Bağımsızım" dedim, "gücüm kendimden geliyor" dedim. Belki bir yere kadar doğruydu. Ama sonra hayat, seni güçlüyüm dediklerinle imtihan ediyor. Baktım ki yalnızlık bir özgürlük değil, bazen farkında olmadan giydiğim bir zırh olmuş. O zırhı çıkardığımda ne kadar kırılgan olduğumu gördüm.
Kırıldım. Hem de çok. Umutla başlayan her işte tökezledim. Sevda sandığım duygular, içimi kemiren beklentilere dönüştü. Hep bir gün döner, hep bir gün olur, belki bu kez olur dedim. Olmadı. Bazı insanlar doğarken yanına şans torbası alırmış, ben boş ellerle gelmişim. Ama öğrendim ki şans, çoğu zaman cesaretin arkasında saklanırmış. O cesareti ben geç buldum.
Dün peşinden koştuğum hayaller, şimdi gölgeleriyle başımı okşuyor. Kimisini gerçekleştirdim, ama hepsi pahalıya patladı. Aile mi? Olmadı. Çocuk? Hayalini bile kuramadım. Kaç zamandır tek başıma yaşıyorum. Arkadaş çevrem yıllar içinde inceldi, dostlar birer birer hayatın başka yönlerine savruldu. Kimi evlendi, kimi taşındı, kimi sadece sessizce uzaklaştı. Kimseye kızmıyorum. Zira ben de pek kimseye tutunamadım.
Ama tüm bunların içinde öğrendiğim bir şey var: Hayatın asıl değeri, onu ne kadar çok kişiyle paylaştığın değil; kendinle ne kadar barış içinde yaşadığın. Artık kabulleniyorum. Eksik yanlarımı, yanlış kararlarımı, kaçırdığım fırsatları. Hepsi bana ait.
Ve ben, onları yük değil, yol arkadaşı olarak taşıyorum.
Bu günlerde yeniden yazmaya başladım. Kendi sesimi bulmak için. Küçük alışkanlıklar edindim; sabahları yürüyüş, akşamları kitap. Kimseye anlatmasam da küçük zaferlerim var. Bir zamanlar gözümde büyüyen, şimdi sessizce üstesinden geldiğim şeyler. Geçmişi geride bırakmayı değil ama onunla barışmayı seçtim.
İleriye dair büyük hayallerim yok belki, ama küçük umutlarım var. Ve bazen insanı ayakta tutan tam da buymuş. Büyük şeylerin değil, küçük ama gerçek şeylerin hayali.
Yani ben.
Belki hiçbir zaman o "hayatını yaşamış" kadına dönüşemedim. Ama artık “kendi hayatını seçen” bir kadınım.
Ve bu da bir şeydir.