Uzakta olmak, doğup büyüdüğün toprakları özlemle anmak bazen içini sıkan bir his bırakır. Kuzey Kıbrıs’ta yalnız yaşayan bir Çanakkaleli olarak, buradan memleketime baktıkça hüzünle karışık bir özlem duyuyorum.
Öyle bir özlem ki, zaman zaman Kıbrıs’ın palmiyeleri, masmavi denizi bile bu hasreti dindiremiyor ama öte yandan da yer yer öfke duyuyorum.
O şehirde iyi ve kötü hayatım oldu. Acılar çektim, mutlu zamanlarımın tadını çıkardım. Bu nedenle karma karışık duygular beni her alıp götürdüğünde muhakkak Çanakkale’nin bir sokağında buluyorum kendimi.
Çanakkale, benim genç kızlığımın geçtiği, sokaklarında özgürce yürüdüğüm şehir. Ancak ne zaman geriye dönüp baksam, orada da değişen, eskisi kadar güzel olmayan şeyleri de görüyorum.
Çanakkale son 10 yılda çok değişti. Ulaşım çilesi başlı başına bir sorun oldu. Yer yer şehrin muhtelif kesimlerinde çöplerin havada uçuşması hep canımı sıktı. Bugün bile aklımdan çıkmaz rüzgarda uçuşan naylon poşetler.
Ve çöpler.
En çok denize atılan içecek kutuları, pet şişelere sinir olurdum. Doğaya bırakılan plastikleri her gördüğümde istemsizce küfür ederdim; atanlara daha beterinden küfürler eder sonra kendime gülerdim.
Şimdi Girne sahilinde yürürken, küfür etmek için içecek kutusu arıyorum ama yok. Aklımdan hızlıca biz mi pistik Belediye mi görevini doğru yapmıyor diye kendi kendime söyleniyorum.
Tüm eksiklerine ve gereksiz fazlalıklarına rağmen, memleket hasreti her zaman başka oluyor. Zaman zaman Anamur kıyılarından kopan rüzgar Girne kıyılarını yalasa da bir Çanakkale rüzgârı olamıyor.
Çanakkale’nin rüzgarı bir başka eser.
Orada içilen bir bardak çayın tadı da farklıdır aslında. Sabah deniz kenarında yürüyüş yapmak, sahilde martıların sesini duymak, kordonda bir kafede oturup, gelen geçeni izlemek heyecanlı bir film gibidir. Belki de benim için bu ritüel bir terapiydi.
Evet evet terapi.
Kıbrıs’ta eksik olan şey tam da bu aslında; ruhunu dinlendiren bir şehir havası. Burada doğa güzel, insanlar sıcakkanlı ama eksik olan bir şey var, memleket kokusu.
Her gün Kıbrıs’ın güneşi altında yürürken, rüzgârsız ve iklimlerin şaşırdığı bir zamanda Çanakkale’nin keskin, insanı esintisiyle titreten rüzgarı düşer aklıma. Ve işte o zaman anlıyorum; insan, yaşadığı her yerde biraz eksik kalıyor.
Memleketten uzakta olmak, güzel yanları kadar buruk yanları da beraberinde getiriyor. Kıbrıs’tan Çanakkale’ye bakınca, bir yanım hasretle yanarken, diğer yanım da değişen, kaybolan güzellikleri düşünerek üzülüyor.
Yine de, umudumu kaybetmiyorum. Belki bir gün, Kıbrıs’ta değil de, Çanakkale’de, eski günlerdeki gibi, özgürce yürüyebileceğim, eski ama eskimeyen dostlarımla zamandan rol çalıp içimdeki rüzgarın hasretine kucak açarım.
Kim bilebilir ki ?