Geçtiğimiz günlerde Ezine’de yaşanan bir olay, küçük gibi görünen ama büyük bir anlam taşıyan bir soruyu yeniden gündeme taşıdı: Türkiye’de demokrasinin gerçek gücü nereden geliyor? Sandıktan mı, sokaktan mı, yoksa halkın iradesini özgürce ifade edebildiği meydanlardan mı?
CHP, ülke genelinde olduğu gibi Ezine’de de vatandaşlarla doğrudan temasa geçerek bir imza kampanyası başlattı. Amaç; halkın ekonomik krize, adaletsizliğe ve ifade özgürlüğüne yönelik endişelerini görünür kılmak. Ancak imza standının zabıta müdahalesiyle kaldırılmak istenmesi, tartışmanın seyrini değiştirdi. Artık mesele sadece bir stant değil, ifade özgürlüğünün sınırları, yerel yönetimlerin tarafsızlığı ve halkın demokratik haklarına dair bir turnusol kağıdına dönüştü.
Peki, bir belediyenin zabıta ekiplerinin görev tanımı nedir? Asayiş mi sağlar, yoksa bir siyasi görüşe karşı refleks mi gösterir? Bu sorular, sadece Ezine için değil, Türkiye’nin tüm yerel yönetimleri için geçerli. Çünkü demokrasi sadece seçim günü yaşanan bir ritüel değil, her gün, her sokakta ve her stantta kendini göstermeli.
CHP’nin başlattığı kampanya, siyasi bir çağrının ötesinde, halkın sözünü söyleme hakkıydı. Ekonomik adalet talebi, hukukun üstünlüğü ve özgürlük arayışı gibi temel değerleri dile getiren bu girişime yapılan müdahale, aslında toplumsal bir sesi kısmaya yönelikti. O ses, sadece CHP’ye oy verenlerin değil, kendini ifade etmek isteyen her yurttaşın sesiydi.
Unutmayalım ki, demokratik ülkelerde iktidarlar eleştirilir, sorgulanır ve gerektiğinde halk meydanlara çıkarak talebini haykırır. Bu, anayasal bir hak olduğu kadar, toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesi için de gereklidir.
Ezine’deki bu olay, bize gösteriyor ki yerel siyaset, artık sadece hizmet üretmekle değil, aynı zamanda demokratik kültürün korunmasıyla da sorumlu. Bir stant kaldırmak, sadece fiziksel bir eylem değildir; düşüncenin, sözün ve halkın talebinin üstünü örtmeye çalışmaktır.
O yüzden soralım: Bugün Ezine’de kaldırılan bir masa, yarın hangi sesin susturulmasına neden olur?
İyi haftalar.