8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Kutlu olsun mu, başımız sağ olsun mu, bilemediğimiz bir gün.
Dünya tarihinde bir çok savaşla mücadele eden kadınlar, bugün hala varoluşlarını ispatlama eyleminde. "İnsan, insandır" diyebilmek, güç bela da olsa medeniyet göstergesi. Biz kadınlar hayata dahil olabilmek için direnirken çoğu zaman hayal kırıklığı yaşıyoruz. Geçmişten günümüze taşınan bakış açıları, zihnimize o kadar çok baskı yapmış ki aşmakta zorlanıyoruz. Mesela bir kadının iyi bir marangoz olabileceği fikri çoğu insana saçma geliyor. İşini iyi yapan biri için cinsiyet ayrımı neden yapmak zorundayız?
Bir yanda hakları için mücadele eden kadınlar, diğer yanda her gün şiddete, baskıya ve hatta cinayete kurban giden kadınlar… Aslında 8 Mart, bir kutlama değil, bir direniş günüdür.
Kadın cinayetleri artık bir istatistik değil, her biri bir hayat, bir hayal, bir gelecek. “Ölmek istemiyorum” diyerek hayatta kalmaya çalışan kadınlar, mahkeme salonlarında “iyi hal” indirimiyle katillerinin serbest bırakıldığını gördü. Adaletin, ahlakın ve vicdanın sorgulandığı bir dünyada yaşıyoruz.
Kadınlar işyerinde, sokakta, evde, hatta mahkeme koridorlarında bile mücadele etmek zorunda. Türkiye' de kadınlar sadece fiziksel şiddetle değil, ekonomik, psikolojik ve toplumsal baskılarla da savaşıyor. Üstelik çoğu zaman bu savaşta yalnızız. Ama yine de her 8 Mart' ta meydanlarda, sokaklarda, sesimizi yükseltmeye devam ediyoruz.
Peki, bu acılaşan yazgı için ne yapıyoruz? İzliyoruz, üzülüyoruz, öfkeleniyoruz ama yeterince değiştiremiyoruz. Bir kadının daha hayatını kaybetmesini istemiyorsak, sadece sosyal medyada değil, gerçek hayatta da tepki göstermeliyiz. Yasalar değişmeli, zihniyet dönüşmeli, çocuklar eşitlik içinde büyümeli.
8 Mart “kutlama veya çay günü” değil, bir hatırlatma: Kadınlar yaşamak istiyor. Ve insanca yaşamak, en temel hakkımız.
En acısı da toprağın altında olan kadınlarımızın, topraklarına ekilen çiçeklerin kokusunu hiçbir zaman duymayacak olması.
İyi haftalar.