Sevgili okuyucu, şimdi telefonunu elinden bırak. Bilgisayar ekranını kapat ve sırf ses olsun diye açtığın televizyonunu da derin bir uykuya daldır. Başını pencerenden dışarıyı görebilecek şekilde çevir. Gördüğün şey nedir? Benim gördüğüm ve duyduğum; korna sesleri, insan bağırtıları ve hatta ileri gitmeye cesaret eden insanların silah çığlıkları... Yani kendi dünyamızın içi de bir, dışı da. Bir tarafta canlı canlı yaşananlar diğer tarafta görsel olarak izlediklerimiz ve de seyirci bırakıldıklarımız... Millet olarak psikolojimizi korumak çok zorlaştı.
Bu kargaşanın içinde hangi yöne bakacağımızı bilemez olduk. Üstelik, biraz nefes alalım derken bile hayatı sorguluyoruz. Plaja giderken, tatil planı yapmaya çalışırken, sahil kenarında yürüyüş yaparken... Hep bir çıkar yol arıyoruz. Sadece beden açlığımız değil yoksunluğumuz, ruhen de doymak istiyoruz. Düzenlenen halk konserleri bile kafamızı dağıtmaya bahane oluyor. Konser sonrası dağılan kafamıza, ister istemez bir soru da takılıyor. Bir sürü insan bedenen açken ben nasıl eğlenebildim? Hadi ben eğlendim. Peki bu etkinliği düzenleyenlerin ayırabildiği bütçeye nasıl yaklaşılmalı ya da ne demeli? İnsan, karnı açken nasıl ruhunu doyura bilir?
Vergi yükleri altında vatandaşın değeri azalırken "hadi eğleniyoruz!" demek, biraz cüretkar oluyor.
Sahi, nefes almakta ücrete dahil miydi? Anlaşılan yeryüzünde ki borcumuzun hepsini yaşarken ödeyeceğiz. Toplanan vergilerle, devlet politikasının bugününü ve yarınını kurtarmaya çalışmak, yeterli de değil. Yerel bazda etki edecek projelerin daha fazla gündeme gelmesi gerekiyor. Çünkü kalkınma en küçük aile topluluğunda hissedilirse vatandaş olduğumuzu anlarız. Karnımız ve ruhumuz doyduktan sonra birey olarak mükemmeli zorlayabiliriz.
Cuma pazarına yakın bir dükkanın önünde oturan ve tezgahının arkasında şans oyunu oynayan ayakkabı boyacısının umudundan lazım bizlere.
İyi haftalar.