Bazı şehirler insanıyla yaşar, bazıları ise insanı yok sayacak derecede kötü olan projeleriyle. Kahreden tablonun bir diğer tarafında da projeleri yönetenler yer alıyor. Bu yönetenleri yani kamu görevlilerini seçmek için gereken kriter ne olmalı? Günlük hayatımızı kolaylaştırmaları, bizlere yaşam sahası oluşturmaları adına atılan her adım mantıklı. Hayatımızın düşündüren ve üzücü kısmı ise bu yaşam sahaları yapılırken insan ayırmak oluyor. Vatandaşı, oy vermedi o zaman onun evinin önü toprak kalsın diye cezalandırmak ayrıştırmaya limon sıkmaktan başka bir işe yaramıyor. Ayrışmanın keskin olduğu noktada da kaos yaşanıyor.
Yaşanan doğal afetler ve salgın sonucunda kırsal alanlara yatırım yapanların sayısı arttı. Daha güvenli bir yer ararken tarım arazileri yatırım kapısı haline geldi. Elden ele geçen arazilerde artık tarımsal faaliyetler gerçekleşmiyor. Seçim için aday olanların köylerde de işi biraz zorlaşıyor. Bugüne kadar gelinen noktada her şey çıkar ilişkisiyle tartılır olmuş durumda. Kamu işinden çok kişisel işlerimizi yapanları seçer olduk. "Seçilsin de birazda o yesin" diyenlerimizin isteği sahiden bu mu? Kriterimiz gerçekten özel olarak kullanabileceğimiz insan mı olacak? Kamu yararına yapılan her şey halkındır. Güzel ülkemizi, ona gözü gibi bakacak insanlarla geleceğe taşımalıyız.
Yaşar Kemal, Umutsuzluk başlığı altında topladığı yazısından bir alıntı paylaşmak istiyorum.
"Can çıkmayınca huy çıkmaz derler. Gene başladık: “Olmaz efendim, yapamayız efendim. Bizim gücümüz yetmez. Geriyiz, hem de ne geriyiz…” Amenna, geriyiz. Bunu görüyoruz. Geri olduğumuzu göğsümüzü gere gere de söylüyoruz. Geri olduğumuzu söylemek bize bir yücelik, bir onur, bir övünme fırsatı veriyor, ilerilik kazandırıyor. Geri olduğumuzu biliyor, söylüyoruz ya, yetmez mi? Bir zamanlar geri olduğumuzu bile söyleyemiyorduk. Şimdi bakın öyle miyiz, her şeyi, her derdimizi söylüyoruz. Yasak düşünceleri bile dile getiriyoruz. Memleketin her derdine öyle bir parmağımızı basıyoruz ki, hem de en can alıcı yerine, hem de yaranın gözüne. Daha ne istiyoruz? Şımarıklığın da, istemenin de bir yeri, bir ölçüsü olmalı değil mi? Bundan ileriye gitmek bozgunculuğun ta kendisi.
Eeee, biliyoruz artık. Hem de iyi biliyoruz. Köylümüz ağaların elinde.
Halkımız kara cahil. Şeyhlerin, mollaların elinde. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Endüstrimiz yok. İstihsalimiz düşük. Tarımın da en gerisini yapıyoruz: Hububat tarımı. Topraklarımız yıkılmış, yakılmış, bitmiş…
Ormanlarımız harap. Elimizdeki tek şeyimiz, topraklarımız, o da toprak değil. İşte, işte hepsini söylüyoruz. Yetmez mi? Bir şeyi söyledikten sonra… Çok çok söyledikten sonra, bir gün olur çaresi de bulunur."
İdeolojik olarak siyasi bir duruş gösteremeyen insanlardan çok şey bekliyoruz. Belki de hizmet için ayrılan bütçeyi ekmek paramıza ortak etmememiz gerekiyor. Peki meselemiz sadece beklenti içinde olmak mı? Başkaları üzerinden edindiğimiz haklar mı?
İyi haftalar.