Zaman, gerçekten geçiyor mu ?
Yoksa sadece zihnimizin icadı mı ?
Sırf bilinmezliği yadsımak, yaşadıklarımıza düzen ve anlam kazandırmak için koştururken yarattığımız bir yanılsama mı ?
Gündelik hayatın ritmik dağılımı içinde zamanı gerçek olarak kabul ediyoruz (!) peki bu kabul yalan olabilir mi ?
Yoksa yaşadığımız her an saatlerin tik takları mı ?
Gölgelerin yönünü değiştirmesi mi ?
Belki de zaman, bizi avutmak için icat edilmiş bir avuç şekerdir..
Zaman çok hasta..
Dünya hasta; an ve ritim olmadan hayatın hiçbir şeye benzemeyeceğine inanmak istiyoruz; oysa ritim aynı zamanda esaretin ta kendisi değil mi ?
Ritim sensin desem alınacaksın; demiyorum..
Günler, aylar, yıllardır aynı düzende akıp giderken bu monotonluğun içinde sıkışan insan, varoluşunun gerçekliğini sorgulamaya başlıyor.
Ya her şey bir döngüden ibaretse ?
Ya aynı anları, aynı olayları, aynı hataları, farklı şeylerle tekrar tekrar yaşıyorsak..
Yalan gerçek, gerçek yalansa..
Ritmin içinde kaybolduğumuz anlarda, zamanı gözden kaçırırız; öyle ki bazen yıllar geçer de bunu fark etmeyiz bile. Halbuki zaman, gerçek anlamda, bir yanılsamadan başka bir şey değil mi ?
Meraklısına: Belki diyeyim de açık kapı kalsın sana..
O halde gerçeklik ne ?
Zamansız başlangıç ve sonuçlar evrende anlamsız olabilir mi ?
Bütün anlamlar, ritimle yaratılmış birer yalan mıdır ?
Her adımın bir anlamı ritmin gerçek ile yalanın talanı olabilir mi ?
13 neden seni korkutuyor; 13 bize ne yaptı ?
13 gerçekse bu noktada "gerçeklik" de sorgulanır hale gelmiyor mu; madem 13’ü yok sayıyoruz.. zamanın dikdörtgeninde, yaşananların peşi sıra geldiğine, kişisel tarihlerimize ve bu tarihlerde yansıyan umutsuzluklara umutsuzca bakışımız şaşı mı ?
İçimizde gizlediğimiz inançların kendisi bile, sofistike duygularımıza ritimle yanıt verirken, yalnızlığımızın terkedilmiş kahır diyarında birbirimize karşı hissettiğimiz duygular gerçek olabilir mi ?
Belki sen gerçeksin ben yalan..
“Geçmiş dediğimiz şey, bir anı çerçevesi içinde beynimizin bize sunduğu, tekrar eden bir melodiden ibarettir, sakın inanma” desem çok mu iddialı olur ?
Aynı anda hem yalan hem gerçek olabilir mi ?
Belki de bu ikisi birbirine bağlı aynı kavramlar..
Zaman her gün yeniden doğup gerçekliğini (!) hatırlatırken, biz ritmin yanılsaması altında her gün profilimizi siliyoruz. Herhangi bir zaman çizgisinde olmadığımız, sadece bir izlenim, bir seçim, bir yanılgı ile her şeyin ardı sıra geldiğini sanıyoruz. Zaman, yaşanmışlıklar arasında boş bir sonsuzluk olabilir; ancak bu boşluklar doldurulsa bile yalan olabilir; hatta yalan bile yalan olabilir..
Ne kadar çok yalan dedim..
Sana bir yalan tanımı yapayım: yalan dediğimiz şey, ritmin özüdür.
Her şeyin bir düzeni içindeki genişliğini belirlediğimizde, sistemleri gerçekleştirmek bir serap olur; zira ritmin kendisi, bu düzenin dışındaki her şeyi yalanladığına inandırır bizi. Belki de hiçbir zaman ulaşamadığımız gerçek, bu ritmin dışında, biz farkında olmadan kaybolmuş olabilir.
Gerçek ile yalanın, zaman ritmiyle iç içe geçmiş bir illüzyonda birlikte yaşadığını düşünelim: Zamanın olmadığı bir dünyada, gerçeklik ve yalan birbirinden nasıl ayrılabilir ki?
İnsanın çaresizliği tam da burada başlar. Gerçekliği keşfetmeye çalışırken ritmin kalıplarına sıkışırız, anlık değişimin yığılmış zaman aralıklarını geçemeyiz. Belki de nihai gerçek, anlamın, ritmin ve sürelerin ötesinde; bu üçlünün üzerimizde yarattığı yanılsamanın ardında gizlidir. Ancak ona ulaşmaya çalışırken, gerçekte hiç var olmadığı, yalanın ve ritmin sadece zihinsel bir oyun olduğunu keşfetme güvenliğini sağlamak çok zor olsa gerek..
Meraklısına: “Belki sonunda anlamı, yanılsama ve gerçeğin kendisi de..” diyeyim ve cümleyi tamamlama ayrıcalığını sana bırakayım.
Zamanın ritmi ve yalanın melodisi arasında akor tutturmaya çalışırken akla şu soru geliyor: Ritim ve akort, uyumla varlığı şekillendirilmişken gerçekten var olanı mı ortaya çıkarır, yoksa uyumun kendi gerçekliğini mi ?
Akort, farklı sesleri bir arada tutan uyumdur; öyle değil mi..ritim ise bu uyumun içimizi titretmesidir..
Ancaaak...
Notası, ritmi; içerisine bağlanılarak sürekli ve düzenli bir gerçeklik görüntülerinin sunulması aslında var olmayan bir düzenin sürdürülmesine izin verilmesini sağlıyor olabilir mi?
Aynı melodi tekrarlandığında, beynimizin kayıt merkezine hep buradaymış gibi gelen ama aslında hiç burada olmamak olan bir gerçekliğin yansımasıysa o zaman akort, tüm ritimler içinde kendini gizleyen bir yalandan başka bir şey değildir..
Yaşam, bir akortla başlıyor, ritimle sürüyor ve nihayet uyum ve huzur içinde son buluyorsa; bilmelisin ki: ritmini bulan insanoğlu, yaşamın akort edilmesi zor melodilerinde bile hayat dansını yapabilir..
Ruhun akort edildiği yerde, ritim özgürce akar ve hayat melodik bir dengeye ulaşır. Hayatta doğru akordu bulamamış olanlar, ritimde savrulur; varoluşun dansında yolunu bulamaz..
Son noktayı koymadan önce soralım..
Ruhumuzda akort ve ritmi bulmuş olmamıza karşın neden zaman zaman yolumuzu kaybediyoruz ve neden ritmin melodisinde uyum bulan her yaşamın labirentinde nefesimiz kesiliyor ?
Kendimizle uyum içinde yaşamanın ve varlığın anlamını yalan ve gerçeklik ile aramanın ruh, akort ve ritim gizeminde bulduğumuz bir hayatı yaşıyoruz..
Velhasıl Azizim..
Yarın Cadılar Bayramı; kutlayalım mı ?
Vıyy. Kafam allak bullak oldu. İki kere okudum ama hala ben nerdeyim, nasıl yani demekten başka bir şey diyemedim. İlker bey bu yazınızın bir de tercümesini yayınlayın bari. Ya da bu yazıyla ne demek istenmiş biri yazsın da kendimi bulayım. Yolum doğru sanıyordum ama galiba yanlış yoldayım.