Ülke yerel yönetim seçimlerine giderken, adayların vaatleri ve rakiplerine yönelttikleri eleştirilerine bakıyorum da kalite ve bozulmanın vardığı düzeyi kavramaya çalışıyorum. Her şeyden önce bu seçimin de öncekiler gibi adil ve eşit koşullarda yürütülmemesi bile kaygılarımızı artırıyor.
Basın ve TV’ler daha çok İstanbul ve Ankara gibi büyük illerdeki (adil ve eşit koşullarda sürdürülmeyen) adayların seçim yarışına odaklanmışken biz yurttaşlar olarak şimdilik tribünlerde olup bitenleri izlemeye ve anlamaya çalışıyoruz.
İktidar Bloku, 22 yıllık bu süreçte ülkeyi tam bir parti devletine dönüştürdü desem muhtemelen yanlış bir tespit etmiş olmam. Başta AKP’li Cumhurbaşkanı olmak üzere birçok bakanın ve kamu görevlisinin AKP’li belediye başkan adaylarının seçim kampanyalarına katılmaları ve “bize oy verirseniz size hizmet sunarız ama eğer bizim adayı seçmezseniz biz üzülürüz ve dolayısıyla da size hizmet vermeyiz” babında cümleler sarf etmelerini, doğrusu kaygıyla izliyoruz. Bu yaklaşım “Hukuk Devleti” anlayışından uzaklaşmanın ve “parti devletine” dönüşmenin de resmidir.
İşin daha kötüsü ise gerek iktidar bloku ve gerekse muhalefet adaylarının seçim propagandalarını “demokrasinin inşası” yerine parasal taahhütler üzerine kurmuş olmalarıdır. Yerel yönetimlerin halk tarafından yönetilmesi yerine, paranın ve gücün yönetiminin savunulması, halk adına fark edilmeyen ve önemsenmeyen ciddi bir tehlike ve kayıptır. Görünen o ki bu yerel seçimlerde yarışan partilerin hiçbirinin, halkın kendi kentini yönetmesini savunmak gibi bir derdi ve kaygısı yok. Varsa yoksa “ben herkesten daha iyi sizi güderim” anlayışı zirve yapmakta ve bu öneri ne yazık ki bizler tarafından da alkışlanıyor.
Ülkede demokrasi güçleri yok denecek düzeyde örgütsüz ve parçalı. Bu biçimleriyle de doğal olarak etkisiz eleman olma pozisyonu dışına çıkamamaktadırlar. “Halkçı belediyecilik” yapacağını iddia eden bir partinin Afyonkarahisar adayının meydanlarda; seçimi kazanması durumunda “belediyenin kapılarının DEM Partililer dışında herkese açık olacağını” söylemesini doğrusu akıl tutulması olarak algılıyorum. Bir partinin Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde belediye başkan adaylarını ön seçimle belirlemesi dışında özellikle batıda ve Anadolu’daki diğer illerde ön seçimin yapılmayıp adayların yukarıdan paraşütle inmeleri, hala gerçek demokrasiden ve demokratikleşmeden ne kadar uzak olduğumuzun da resmidir. Yine bir partinin Çankaya Belediye Başkan adayını belirleme süreci ise iktidar ile muhalefetin aslında aynı dereye su taşıdıklarının en açık göstergesidir.
Yerel yönetimlerin demokrasi okulu olması ve demokrasinin tabanda yayılmasının ve halkın kendi kendisini yönetmesinin bir aracı olması gerekirken, birçok toplumsal kesim için bir “rant kapısı” olarak görülmesi, demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzun da göstergesidir. Bir diğer kaygım ise HDP/DEM PARTİ’nin halkın iradesiyle seçtiği belediyelerin yıllardır kayyumlar tarafından yönetilmesi ve bölge halkının iradesinin yok sayılması meselesidir. Şimdilik 21.yüzyıl Türkiye’sine bunu hiç yakıştırmadığımı söylemekle yetineyim.
Bütün bu şikâyet ve yakınmalardan sonra “ne yapmalı?” sorusunu sorma zamanının geldiğini hissediyorum. Yapılacak şey; halkın mahalle, sokak, semt, site ve apartman düzeyinde “halk meclisleri” şeklinde örgütlenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Elbette ki bu meclisler kendi aralarında il ve ilçe bazında bir koordinasyon mekanizması da kurmalıdır. Gerek yerel yönetimler gerek ise genel seçimlerde olsun çıkacak adaylar bu meclisler tarafından tartışılıp belirlenmelidir. Gerek yerel yönetim ve gerek ise parlamentoya seçilenler, aylık periyotlarla sürekli bu “halk meclisleri” ile ortak toplantılar yapıp yerel ve genel sorunlar ve bu sorunların çözüm önerilerini konuşup tartışmalı ve birlikte çözümler üretmek için gayret sarf edilmelidir. Ancak bu yöntemle demokrasinin toplumsallaşması ve toplumun da demokratikleşmesi sağlanabilir. Ancak bu yöntemle politikanın sadece bir avuç “profesyonel” tarafından yürütülmesi yerine toplumun tüm özgür bireylerinin gücü ve imkanları dahilinde ülke ve yerel yönetimine katılması ve söz sahibi olmaları sağlanmış olur.
Biz demokrasiden, temsili ve taklidi demokrasi değil, Doğrudan Demokrasiyi yani gerçek demokrasi veya halk demokrasisini anladığımızı da belirtmiş olalım. Öngörüm şu ki kim ne derse desin, tarihin ve uygarlığın akışı 21.yüzyılın kadının ve doğrudan demokrasinin yüz yılı olacağı şeklindedir. Sonucu hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Memnune Kardaş