Bu hafta sizlerle Emekli Meclisleri Sendikası Ankara aktivistlerinden Avukat Ali Ersin Gür’ün bir yazısını paylaşıyorum. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Kapitalist hegemonyanın dünyamızı sarıp sarmaladığı günümüzde, bunun alternatifini yaratmayı düşünenler; ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel, politik ve ideolojik alanlarda (yani yaşamın her alanında) yeni bir anlayış, yeni bir alternatif teori ve pratiği geliştirmek zorundadırlar. Kapitalist hegemonyanın hizmet ettiği tekelci burjuvazinin geliştirdiği argümanlarla mevcut sisteme meydan okumaya kalkışmak, yenilgiyi daha ilk başta kabullenmek anlamına gelir. Demek ki daha yaşanılır yeni bir dünya ve yeni bir toplumsal yaşamı inşa etmek, sistem dışı bir duruşu gerekli kılar. Bütün mesele şudur: “var olmak ya da olmamak!” Ya verili duruma yani kapitalist hegemonyaya teslim olmak ya da buna direnerek alternatifini yaratmak…
Kapitalist hegemonya çağında sendikalar, demokrasi mücadelesi ile ekonomik mücadeleyi birleştirmeden, sadece ekonomik mücadele yürüterek üyelerinin menfaatlerini koruyup geliştiremezler. Dolayısıyla sadece “ücret sendikacılığı” yaparak başarılı olma şansları yoktur. Öyle ise “hak ve ücret sendikacılığını” birlikte ela alıp yürütmek daha doğru ve anlamlı olacaktır. Bu durum, Türkiye gibi bağımlı ve “Filipin Tipi Demokrasinin” uygulandığı az gelişmiş ülkelerde daha net göze çarpar.
Türkiye gibi ekonomisinden siyasetine, kültüründen sosyal yaşamına kadar içinde birçok çarpıklık barındıran bir ülkede, demokratik mücadele vermeden gerçek manada sendikalaşamaz ve kendi ayaklarınız üzerinde dahi duramazsınız. Örneğin emeklilerin sendikalaşmasına bakalım; işverene sendika kurma hakkı tanınırken, emeklilerin sendikalaşmaması için habire mahkemelerde “kapatma davaları” açan ve halen yürürlükteki 12 Eylül Hukukunu bile uygulamayan bir iktidar bloku karşısında, “örgütlenme özgürlüğünü” savunmadığınız müddetçe sendikalarınıza hukuksal statü dahi elde edemezsiniz. Örgütlenme özgürlüğünün savunulması hiç kuşku yok ki demokratik bir taleptir ve sendikalarımıza hukuksal statü kazanmak ve sendikalaşma hakkını egemenlere kabul ettirebilmek için ısrar ve inatla bu hak için de mücadele etmek bir zorunluluktur
Kapitalist/Emperyalist hegemonyanın yörüngesindeki birçok uydu ülke rejimini “Filipin Tipi Demokrasi” olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek. Filipin Tipi Demokrasilerde temsili ve taklidi demokrasi ile mutlak monarşi iç içedir. Ciddi ve güçlü bir muhalefetin olmadığı dönemlerde temsili ve taklidi demokrasi öne çıkarılırken, toplumsal muhalefetin görünür olduğu ve biraz kabardığı dönemlerde ise temsili ve taklidi demokrasi rafa kaldırılarak ülke monark tarafından yönetilir. Bu aşamada tüm hak ve özgürlükler rafa kaldırılır. Dolayısıyla bu tür ülkelerde “demokrasi mücadelesi” her daim ve her koşulda günceldir.
İktidar bloku, çoğunlukla toplumun farklı kesimleri ve özellikle de işçiler, işsizler, emekliler, mülksüzler, kadın ve gençliğin örgütlenmesini istemez. Bu konudaki çabaları çeşitli yol ve yöntemlerle etkisiz hale getirmek için hiçbir şeyden çekinmez. İktidar bloku için örgütsüz toplum; “dikensiz gül bahçesidir.” Bunu başaramadığı ve toplumsal basıncın yoğun olduğu koşullarda ise kendi güdümünde ve yörüngesinde bir örgütlülüğün yaratılması için tüm gücünü kullanır ve çoğunlukla da bunda başarılı olur. Türkiye’deki nicel olarak en büyük örgütlenmelerin (TÜRK İŞ, HAK İŞ, MEMUR SEN, TÜRK KAMU SEN, TÜED VS. gibi örgütlenmelerin) iktidar blokunun desteklediği dernek ve sendikalar olması tesadüf olmasa gerek.
İktidar bloku nasıl ki nüfuz ve etki alanını yaşamın her alanına ve toplumun en kılcal damarlarına kadar etkili kılmaya çalışıyor ve dünyanın kendi etrafında ve yörüngesinde dönmesi için çaba sarf ediyorsa, demokrasi güçlerinin de bir karşı etki alanı yaratmak için çaba sarf etmesi gerekir. Demokrasi güçleri alternatif bir sistem kurmak istiyor ise kapitalist hegemonyanın yol, yöntem ve araçlarını kullanmak yerine, kendi demokrasi anlayışına uygun yol, yöntem ve araçlar bulup geliştirmek zorundadır. Henüz ne yazık ki demokrasi güçlerinin küresel bazda bir varlık gösterdiğinden bahsedemeyiz. Halen içinde bulundukları “etkisiz eleman” konumundan çıkıp varlığını göstermeleri için yer yüzünün değişik yerlerinde yakılan minik “çoban ateşlerinin” birleşmesi ve en azından aralarında bir enternasyonalist ilişki ve dayanışma geliştirmek zorundadırlar. En önemlisi de demokrasi güçlerinin kendi öz gücü dışında başka hiçbir “güç odağına” bel bağlamaması ve kendi ayakları üzerinde durmayı başarmaları gerekir. Sistemin şu ya da bu kurumuna göbekten bağlı bir sendika veya yapılanma asla üyelerinin ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel ve yaşamsal haklarını savunamaz ve var olan kısıtlı hakları koruyup geliştiremez. Bu yüzden de gerçek mücadeleyi hedefleyen bir sendikanın hiçbir parti veya siyasal oluşumun yörüngesinde onun, ön, yan veya arka bahçesi olmayı kabullenmemelidir. Örgütsel bağımsızlığını gözü gibi koruyamayan bir sendikanın ise ne ekonomik ve ne de demokratik mücadeleyi başarıyla yürütme şansı olamaz. Elbette ki örgütsel bağımsızlık, demokrasi güçlerinin aralarında eşit koşullarda karşılıklı saygı ve dayanışma temelli güç ve eylem birliği oluşturmasına engel teşkil etmez. Günümüzde demokrasi ve sendikal mücadelenin sağlıklı ve sonuç alıcı bir şekilde yürütülebilmesi için İşçi, Memur ve Emekli Sendikalarının ortaklaşarak bir Demokratik Emek Konfederasyonu oluşturmaları acil bir görev olarak önümüzde duruyor.