Temsili demokrasi, tüm kural ve kurumlarıyla bütünsel bir sistemi oluşturur. Bu sistem içinde her 4-5 yılda bir yapılan seçimler önemli bir işleve sahiptir çünkü iddia o ki; Halk bu seçimler vasıtasıyla “kendi temsilcilerini” yani yöneticilerini seçer ve böylece birtakım haklarını onlara devreder. Peki hakikat böyle midir?
Temsili demokrasiyi temel alan örgütlenmeler özü itibarıyla oligarşik yapılanmalardır. Örgütün (siz bunu parti, sendika veya dernek olarak okuyabilirsiniz) tepesine çöreklenmiş oligarşik bir azınlık, her konuda karar verme hakkını kendi tekellerinde tutarlar. Dolayısıyla ülkemizde yapılan seçimlerde parti adına kimlerin aday olacağını tepedeki bu oligarşik kadro kararlaştırır. Adayların belirlenmesinde yurttaşların söz hakkı yoktur ve çoğu kez halkın istekleri ile parti oligarşisinin belirlediği aday çelişir.
Bütün bunlara rağmen temsili demokrasilerde seçimler; halkın nefes alma borularıdır. Bu yolla halkın kendi kendisini yönetmesi, bugünü ve yarını hakkında karar vermesi mümkün olmasa da bazen “temsilcilerin!” değişmesi toplumdaki gerilimi yumuşatıp rahatlatabilir. Çünkü tek bir kliğin uzun yıllar boyu ülkede egemen olmazı, güç ve iktidar zehirlenmesine yol açabilir ki günümüzde küresel bazda birçok örneğine rastlayabiliriz.
31 Mart Yerel Seçimleri, 22 yıllık iktidar blokuna bir “sarı kart gösterme” olarak okunabilir. İktidar bloğunun emekliler, emekçiler ve işsizler ile mülksüzlere karşı vurdum duymaz politikalarında ısrar etmeleri halinde ilk genel seçimlerde bu kez “kırmızı kart” gösterilmesi hiç de uzak bir ihtimal olarak görünmüyor.
Süleyman Demirel; “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” Demişti ki çok doğru bir tespit. Emekli bir kadın arkadaşımız kendisiyle yapılan bir röportajda; “Tencerede taş kaynatıyoruz” demişti. Görünen o ki 31 Mart Yerel Seçim sonuçlarının belirleyeni, ülkede yürütülen adil olmayan ekonomik koşullar olmuştur. Milli gelirin tüm yurttaşlar arasında eşit ve adil olarak dağıtılmamış olması, yoksuldan alıp zengine verilmesi gibi bir garip ekonomik politika iktidar blokuna ciddi şekilde kaybettirmiştir.
İktidar Partisi Genel Başkanının seçim günü geç saatlerde yaptığı “balkon konuşmasını” izleyenler hem içerik olarak hem de toplanan dinleyiciler açısından keyifsiz ve heyecansız bir kuru nutuk dinlemekle yetindiler. AKP Genel Başkanının “31 Mart bizim için bitiş değil, aslında bir dönüm noktasıdır” şeklindeki değerlendirmesini, kendi tabanını elde tutmak için sarf edilmiş bir söz olarak algılıyoruz. Bize göre AKP gelişme ve duraklama dönemini tamamlayıp gerileme ve kan kaybı sürecine girmiştir. Bundan sonraki tüm çabalar sadece bu çöküşü biraz olsun geciktirmeye yarayabilir daha fazlasına değil.
Yerel seçim sonuçlarını doğru okuduğumuzda kaybedenin sadece İktidar Blokunu oluşturan AKP ve MHP’den ibaret olmayıp, onların “örtülü müttefiki” olan İyi Parti’nin de ciddi şekilde kan kaybettiğine tanık oluyoruz. İyi Parti’yi kurulduğu günden beri sırtında taşıyan CHP sayesinde şımaran Meral Akşener, ayağı yere değer değmez somut gerçeklikle yüzyüze gelmiş ve önümüzdeki günlerde koltuğunu kaybetme tüneline girmiştir. Son zamanlarda özellikle 6’lı masadan kalkma süreci ile başlayan ve yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’da kendi adaylarıyla seçime girmesi zaten ciddi iç tartışmalara ve hatta istifalara yol açmıştı. Görünen o ki İyi Parti önümüzdeki günlerde ciddi iç tartışmalara gebe. Şimdiden şunu söyleyebiliriz ki artık ne yaparlarsa yapsınlar İyi Parti eski havasını ve inandırıcılığını yitirmiş ve küme düşmüştür.
Bu seçimin asıl parlayan yıldızı YRP olmuştur. CHP’nin de 1077’den beri ilk kez 1.parti olması onun için büyük bir başarı olarak okunmalıdır. Dikkat çekici bir diğer husus ise kayyum atanarak HDP’den hukuka ve demokratik kurallara aykırı bir şekilde alınıp el konulan belediyelerin bu seçimde yeniden HDP’nin devamı olan DEM Parti tarafından geri alınmasıdır. Hoşumuza gider ya da gitmez halkın oyu ve serbest iradesi ile seçilen belediye başkanlarının görevden alınması, halkın iradesini tanımamak ve halkın iradesinin gaspı anlamına gelir ki bunun da demokratik çerçevede savunulur bir tarafı yoktur. Temsili demokraside bile halkın iradesini tanımamak, çağdışı bir durumdur ve mahkûm edilmelidir. Ayrıca Ankara ve İstanbul Belediye Başkanlık seçimlerinde HDP tabanının CHP’ye oy vermesi, AKP’yi cezalandırma politikasının bir parçası olarak okunmalıdır.
Seçim sonuçlarının biz emeklilere dair sonuçlarına gelince; Ülke 1 Nisan’dan itibaren yeni bir politik atmosfere girmiştir. 14 ve 28 Mayıs seçimlerindeki karamsarlık ve yılgınlık yerini umuda ve dirilişe bırakmıştır. Bunda emeklilerin payı küçümsenemez. Şunu gördük ki bu zayıf, cılız ve parçalı halimizle bile ülkedeki dengeleri değiştirmeye gücümüz varken, bir de 16,2 milyon emeklinin etkin, yaygın ve kitlesel bir nitelikli sendikal örgütlenmeyi gerçekleştirdiğinde neler yapacağını varın sizler düşünün. Tabii ki bunu sadece düşünmekle yetinmeyip, düşüncenin yaşama geçirilmesi ve 16,2 milyon emeklinin fiili ve meşru sendikal anlayışla tek sendikal çatı altında örgütlenmesini yaşama geçirmek için de derhal kolları sıvama zamanıdır. Yarın çok geç olabilir. Şimdi, hemen...!
Memnune KARDAŞ