Güzel bir güne uyandım. Güneş daha sabah saatlerinde ısıtmaya başladı bile. Doğa uyanmaya başlıyor. Mor salkımlar kendini gösteriyorlar yavaştan. Uzun ömürlü bu sarmaşık cinsi, yaşlanıp kökü kurusa bile uzun yıllar metrelerce uzaktaki dallarını besleyebiliyor. Boşuna hayata tutunmanın simgesi olmamışlar... Gelincikler ortalığı al kırmızıya boyamaya koyulmuşlar. Çanakkale, deniz savaşları mart ve nisan ayına denk geldiğinden çetin soğuklardan sonra her yerde gelincikler görünmüş olmalı. Bu yüzden hem bizim şehitlerimizin hem de Anzakların simgesi olmuş. Çocukluğumda geniş bakla tarlalarımızı öylesine kaplardı ki gelincikler, bakla koparmak için yere doğru eğildiğimizde burnumuzu acı gelincik kokusu dalardı. Dokunur dokunmaz da yapraklarını döküveren o, güzelim gelincikler...
Bir süredir mantar toplamaya gideceğiz. Planlayamadık bir türlü. Şu meşhur kuzu göbeği mantarı... bulamasam bile
Her yerde, bil hassa sınırlarda, kuytularda, gen yerlerde açan rengarenk anemonlar görürüm. Mor olanlarına hemen her yerde rastlanır. Ama beyazlarını kırmızılarını, ebruli olanlarını bulmak isterseniz kıyı köşeye bakmalısınız. Yerinde aynı hizaya gelip fotoğraf çekebilirsiniz. Arada bakarsınız. Sakın koparmayın zira eve varana kadar dökülür. Çaltı altlarında rutubetli yerlerde, otçul hay anların kolayca koparamayacağı yerlerde kuzu kulağı ve yabani kuş konmazlar olur. Köylük yerde acı filiz derler. Tatlı olanları da vardır. Yumurtalısı çok lezzetli olur. Bana eskilerden bir arkadaşımı, Filiz’i hatırlatır ve onun saçlarını, hem filizlenmiştir hem de acı...ya işte! Baharın bir de bu yanı var. İnsanın içini kıpırdatır. Biz de doğanın parçasıyız ne de olsa. Her bahar geldiğinde içimiz coşmuyorsa uyanan toprağı, çoğalan renkleri görmüyorsak yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir. Güzelliklere kayıtsız kalmazken bir yandan da koruyup sahip çıkmalı. Hoşça kalın