Kasımın ilk günleri, sabahın erken saatleri...
Dün hava ılık ılık lodos eserken birden poyraza döndü. Balkonun kuzeyine doğru başımı çıkarır çıkarmaz, yüzüme yağmurla karışık rüzgarın ıslak bir kırbaç gibi vurmasından anlıyorum. Sabahın erken saatlerinden beri aklıma tekerlemeye benzer bir kasım şiiri düştü. “Ekim biter kasım gelir, her şeyi bırakasım gelir, gök yüzüne bakasım gelir...”
Kendi başıma kaldığımda genellikle çocukluk hatıralarım düşüyor aklıma. Aslına bakılırsa hiç unutmuyorum o çocuk gözlerle gördüğüm yıpranmamış, şartlanmamış görüntüleri. Bazen de çok konuşuyorum galiba. Kendi kendimle bile... Sanki her şeyi herkese bir çırpıda anlatıverip içimi boşaltacağım da şu aklıma sökün edip duran bir sürü ıvır zıvırdan kurtuluvereceğim...Bunun imkansızlığı aşikar. Tüm duygulara tercüman olabilecek kelimeleri bula bilmek de öyle.
Jules Vern’in kahramanlarından Phileas Fogg gibi olmayı isterdim: soğuk kanlı, kendinden emin, zeki, az konuşan, teferruatla ilgilenmeyen, ne yaptığını bilen, endişe ve kaygı duymaktansa harekete geçen, nazik, kimi zaman duygusal ve asil karakterli. Yazınca dikkat ettim de yazar ‘Yunan heykeli’ resmi çizmiş. Kazancakis’in Zorba’sı gibi de olmalı. Hayatı doyasıya coşkulu yaşayan, ölümün yakınlığını kavrayıp geri kalan bir çok şeye boş veren biri... Kuyucaklı Yusuf gibi, İnce Mehmet gibi pervasız, umarsız, her dem gemileri yakmaya teşne, yüreği elinde, fedakar...
Öylesini zengin, gönenç ve hars dolu bir coğrafya da yaşıyoruz ki bir elmanın içinde doğup büyüyen, tüm bu olup biteni olağan sanan elma kurdu gibiyiz. Kendinden güçlü bir yaratık tarafından yuvasından edilene kadar mutlu mesut yaşamını sürdüren tombul elma kurdu... oysa mitolojinin çoğu kahramanı buralarda yaşadı. Sanki aramızdalar da lafa karışacaklar gibi. Aslına bakılırsa, kültürün nesilden nesle aktarıldığını düşünürsek aramızda bile sayılabilirler. Edebiyat diskuru Avrupa edebiyat sanatını Homeros’la başlatır. Diğer tüm yapıtlar Anadolulu ozan Homeros’ dan türemiş gibidir. Sonra, Kaz Dağları... yüzlerce hikaye barındırır. Sunaklar, atlayan sular, ağaç erleri, kadırga yapımı... Sabaaddin Ali’nin Kuyucaklı Yusufu’nun geçtiği yerler...
İki büyük cihan harbine şahitlik yapmış yerde yaşıyoruz. İlk dünya savaşının Turuva savası olduğuna inanılır. Şehrin sırf savaşlarla anılmasını yüreğimiz götürmez elbet. Ama yenilikler, kültür alış verişleri genellikle savaşlarla olur.
Bizim elma kurduna dönecek olursak. Onun omuzları ağır bir yükle yüklü. Bulunduğu yerin kıymetini, güzelliklerini ve zenginliklerini kaybetmeden farkında olabilmesini ummaktan başka elden ne gelir. Selametle...