Günlerden sonra defterime ve kalemime kavuştuğum için pek bir mutluyum. Defterim kayıp mıydı? Yok... ondan değil. Bazen yoğunluktan ya da kolaycılıktan kaynaklı direk telefonumla yazıyordum yazılarımı. Böylelikle yazımı gazeteye yollamak için tekrardan temize geçmem gerekmiyordu hem de telefonu taşıması daha kolay. Ama sonra ne mi oldu? Yazı yazmanın yani kalem tutup defterime işaretlerle kompozisyon kurmanın zevkini özledim. Kelimeleri hizaya sokmanın, kaligrafik estetiğin, kâğıda dokunmanın zevki bambaşka.
İlk yazı yazmaya başladığım ve edebiyat hocama ilk yazılarımı gösterdiğim zamanı hatırlıyorum. Hiç unutmam hocam şöyle demişti: “Kurşun kalemle ve silgiyle yazmalısın. Öyle tükenmez kalemle yazıp yanlış yazınca da kâğıdı top yapıp çöp sepetine basket atarak gelişemezsin. Yanlışlıkla çöp sepetine dünyaları atar da fark etmezsin” genel bir tavsiyeydi. Ben öyle yaptığım için değil. Eksik olmasın değerli Mehmet hocam. Her tavsiyesi halen kulaklarımda çınlar. Bazı yazıları da onun akıcı ses tonuyla okurum halen.
Bazen de yazmam. Her şeyi yazmak da söylemek de zaten imkânsız. Şairin dediği gibi “kifayetsiz”. Hatta, gerek de yok. Kimi duyguların ve düşüncelerin, en derinlerde, yüreğin sırça köşkünde kalması gerekebilir. Yolunda giden güzelim hayatın eşsizliğine ve mucizesine tanık olup da küçük şeylerin dimağımızda yarattığı derinliği hissedip kayıtsız kalmak imkânsız. Yolunda gitmeyen şeylere tepki verip. Keşke böyle olsaydı, böyle de olabilirdi deyip fanteziler kurmak da yazıya dahil. Farkında bile olmadan elinizdeki kalem kendiliğinden hareket etmeye başlar.
Bazen soruyorlar. Yazdıklarının konusu ne? Ne üzerine yazıyorsun? diye. Konuyu sulandırmak istersem “kâğıt üzerine” diyorum. Siyaset, sanat, psikoloji, gezi gibi somut bir cevap beklediklerini anlıyorum tabi. Düşünceler bir konu içine nasıl sığabilir ki. Ya da neden sığsın. Konu serbestliğini, zihnimin özgürce her yerde gezip “sörf” yapmasını yeğlerim. Kimi kere sizi çok etkileyen bir şeye tanık olursunuz. Ömür boyu hatırlayacağınızı o an sezersiniz. Heyecan duyarak bir yakınınızla paylaşmak istersiniz. Sonra... sonra ne mi olur? Basitleştiğini fark edersiniz. ‘Keşke’ dersiniz. Keşke anlatmasaydım. Zaten de tam olarak anlatamamışsınızdır. Yazayım bari, yazayım da bir yere kaydolsun, her zaman okunabilsin sonsuz olsun istersiniz. Zaman kapsülüne mektup bırakmak gibi...
Yazınca da dille sınırlanır. Hangi dile çevrilse sınırlı kalır.
Ben bazen yazmam. Bazen de çizmem. İster beceriksiz deyin ister bencil... Yazmasam olmaz. Ama dedim ya bazen yazmam. Hoşça kalın…