“Yazanların yaşamaya, yaşayanların da yazmaya vakti yok. Kimileri yaşar, kimileri de yazar” Kazancakis böyle der. “Zorba” adlı romanında. Yazacak, anlatacak ve yasayacak çok şey var gerçekten. İnsanlığın büyük hikayesini düşününce her şeyin bir kişide toplanması imkansız. İnsanlığın şimdiye kadar gelen büyük bir hikayesi var. Ancak daha büyük ölçekleri, mesela evreni düşününce insanın hikayesi neredeyse görülmeyecek kadar küçük. Ama bizim için önemsiz değil. Ne de olsa varlığımız, var oluşumuz söz konusu olan.
Atalarımız binlerce yıldır toplayıcı avcı olarak oradan oraya göç ederken, korunma, güvenlik, barınma gibi bir çok gereksinim duymuşlar. Aslına bakılırsa bu meseleler zamanın getirdiği ihtiyaçlara göre halen güncellenip duruyor. Hiç bir zaman biteceğe de benzemez. Günümüz insanının ihtiyaçları epeyce farklı ve öncesine nispeten epey değişmiş ve sanallaşmış durumda. Çok eğlenceli bir çizgi film seyretmiştim. Taş devrinde geçen bir hikayede, selfi çekilmek isteyen bir aile, yaptıkları bir düzenekle kocaman bir kaya parçasını suratlarına çarptırarak kayada yüzlerinin izlerini oluşturuyorlar böylece fotoğraflarını çekiyorlardı. Gerçekte atalarımızın selfileri mağara duvarlarına çizdikleri el resimleri... Binlerce yıl önceden bize çoluk çocuk el sallıyorlar.
Her dönem insanının kendince bir hikayesi var. Zamanımızdan bakınca geri, ilkel ya da karanlık olarak nitelediğimiz olay ve olgular günümüze kadar gelen uygarlığın pazıl parçaları.
Şimdilerde bize sıradanmış gibi gelen çoğu davranışımızın d.n.a sarmalımıza binlerce yıl evvel kaydedilen şeyler olduğunu ilk okuduğumda çok şaşırmıştım. Örneğin uyurken ansızın irkilmemiz, yırtıcı hayvanlardan korunmak için ağaçlarda uyumak zorunda kalan, bazen de ağaçtan düşüp bu hayvanlara yem olan atalarımızdan mirasmış. Itırlı yiyeceklere tepki veren, onları yemek istemeyen çocuklar, binlerce yıl önce zehirli şimdi ise sadece ıtırı kalmış sebzelerle zehirlendiklerini kollektif bilinç altlarıyla hatırlayıp tekrar zehirlenmek istememelerindenmiş. Kötü depresif zamanlarda çoğumuzun canı fazla yemek çeker. Genelde de zararlı, şekerli yiyecekler... bunun sebebi de buz devrinde soğuktan korunmak için bolca gıdaya özellikle de şekerli meyvelere ihtiyaç duyulmasından. Bunun bir çok örneğini bulmak mümkün. Tüm bunları düşününce sadece şimdi de değil, geçmişte de yaşıyoruz sayılabilir.
İnsanın güçsüz bedenini düşününce tüm bu zorlu koşullarla başa çıkabilme becerisinin nedeni N.Harari’ye göre türümüzün iş birliği yapabilme becerisi ve hikayeler uydura bilme kabiliyeti. Bu hikayeler (hayal gücü ile oluşturulan kurgular...) bunca yıl insanları bir arada tutmuş. Çünkü sadece aynı hikayeye inanan insanlar birlik olabilirmiş. Mitler, destanlar, peri masalları, ülkeleri yöneten imparatorların uydurduğu ilahi bağlantılar, yönetim şekilleri, hatta para ve şirketler... kişiden ve gerçeklikten bağımsız birer kurgu.
Hayalci: karagöz, hacivat ve diğer kahramanları bir perde arkasında sahneleyen kişiye denir. O da düşüncelerini önce hayal edip sonra yarattığı kukladan kahramanlarıyla sahneliyor. Ateş başında anlatılan kadim hikayeleri veyahut bir büyüğünüzden anlatılan sımsıcak masalları bir düşünün. Kim sevmez ki?
Tarihte anlatıla gelen hikayeler sözden yazıya geçince başka bir boyut kazandı. Kitaplar, romanlar, filmler daha bir çok ürün meydana geldi. Anlatım enstrümanları farklı olsa da her tür sanat dalı özünde bir anlatı. Ve hepsinin de kaynağı hayal gücü.
Biri size bir hikaye anlattığında “gerçekçi olalım, hikaye bunlar, işin gücün hayal kurmak, hayal dünyasında yaşıyorsun” demeden önce bir kez daha düşünün.