Üç seçenek vardır adem oğlunun önünde. Bilgeliği seçebilir. Böylece bazı sırlara ulaşır. Saygın ve kaliteli bir hayatı olabilir. Mutlu olabilir mi ondan emin değilim. Çünkü mutluluğun saadet getirmeyeceği malum. Gücü seçebilir gene adem oğlu. İstediği her şeye ulaşır böylece. Kıtaları keşfeder, kendinden daha geride olan kolonileri köle yapar, Sırf deney olsun diye atom bombası patlatır. Bilgelik ve erdemi yoksa eğer zorbalık, tiranlık, barbarlık kaçınılmaz. Gene aynı adem oğlu aşkı seçebilir. Aşk, yolunda giden şeyleri sevmez, toplumca mutabakata varılmış şeyleri de sevmez. Aykırıdır, asidir, olmazlara meyillidir. Koskoca bir ülke yerle bir olabilir.
Peki ne yapmalı? Anladığınız gibi elbette İlyada’nın başlangıcından bahsediyorum. Paris’in altın elmayı hangi tanrıçaya vereceği sorunu bu. Hera gücü, Athena bilgeliği, Afrodite de aşkı temsil eder. Bilindiği gibi Paris Afroditte’i yani aşkı seçer. Sonunda koca bir şehir yerle bir olur. İnsanın bu kadim yazgısını Homeros bilgece aktarmış bize. Hem de üç bin yıl kadar önce. Öyle ki Avrupa edebiyat sanatının başlangıcı addedilir. Yani bu kadim anlatı basitçe bir “uçkur” hikayesi değil. Kanımca antik dönemin dallası da değil. Homeros bazı erdem ve olguları döneminin filozofları gibi felsefeyle değil de sanatsal bir kurguyla anlatmış.
Eşime sorarsanız ben Avroditciymişim. Paris’in yaptığı gibi aşkı tercih etmişim. Helen olarak da kendisini seçmişim. Haklı olabilir. En azından öyle demek icap eder. Aşka değer veririm. Sanat aşkla beslenir.
Konudan hem hariç hem de dahil olarak; küçük bir sürü saka kuşu var burada. Geçen sene de buradalardı. Burayı mera yapmışlar anlaşılan. En sevdiklerinden yem yeşil otlar var. Minik gagalarına layık küçük çakıllar da var. Mutlaka yakınlarda tatlı su da vardır, güller de... Su olmayınca onlar ötemez ki. Gül olmayınca da bir sebepleri olmaz ötmek için. Minicik kalplerinde aşk saklıyor olmalılar hoşça kalın.