“Duyguları anlatacak kadar yeterli kelime yoktur. Gerek de yoktur. Anlatmaya çalışmak hem kişinin kendisine hem de karşısındakine hakarettir” Cengiz Aytmatov.
Bu sözleri bir edebiyatçının söylediğini duymak ayrıca şaşırtıcı. Anlatma, anlaşılma çok eski bir ihtiyaç. Kimsenin sizi anlamadığı bir yer, iletişim kuramadığınız yer cennet de olsa çekilmez olurdu. Orası ancak maymunlar cehennemi olurdu. Yazı yokken anlatılar, söylenceler, mitolojik hikayeler vardı. Yazıya geçildiğinde her ne kadar kayıtlı, bilgi “literatür” oluşturulmuş olsa da beraberinde bir kısıtlılık getirdi. Yazarın yukarıda söylemeye çalıştığı da bu olsa gerek. Söylenceler, rapsotlar tarafından anlatılan destanımsı hikayeler( bu işi yapanlara antik yunanda rapsot denirdi) Avrupa edebiyatının ilk örneği sayılan Homeros’un destanlarını oluşturduğu kaynak olarak bilinir. Belki de bu yüzden seviyoruz masalları. Binlerce yıldır genimize bu anlatılar kodlandığı için seviyoruz hikayeleri...sonunu bilsek bile (bana bir masal anlat baba) diye dileklerin olduğu şarkılarımız var.
İnsan evladının bir çok anlatı şekli var. Sanatın her türlüsü bu anlatımlara örnek oluşturabilir. Mağara duvarına ilk sığır resmini çizen kişiden pisuvarı sergileyen kişiye kadar amaç hep aynı. Kendini ifade edebilme...
Antik yunan efsaneleri: İlyada, odiseus vs. Tragegya yazarları Sofokles, Euripides, hep insanın tanrılarla ve doğayla mücadelesini anlatır. Shakespeare (16.yy. romantizmin temsilcilerinden) insanın insanla olan mücadelesini anlatır. Günümüz modern edebiyat ve tiyatroları insanın kendisiyle olan mücadelesini anlatır. Günümüz post modern anlatıları bu yüzden kişiseldir ve genel geçer ölçütlerde anlaşılabilir değildir. Sanat kişiselleştikçe de sanat yapıtı çıpasını yitirmiş bir tekne misali savruldu. temel tasarım, akademik diskurlar gibi ölçüt ve öğretiler üst anlatı (meta öykü) kisvesiyle ötelendi. ‘bana göre böyle,’ kolaylığı ve sorumsuzluğu ile dünya görüşü kuruldukça, dünyanın düz olduğuna inanan (düz dünyacılar) gibi marjinal ve absürd guruplar oluştu. Bu durum giderek sanatçı ve sanat izleyicisi arasında bir yabancılaşma ve uçurum oluşturdu. Ortak paydalar kayboldu. İletişim güç hale gelirken toplumsal depresyon arttı.
Ya işte! anlatmak, anlaşmak (ifade) için var olan sanatlar yabancılaşma aracına dönüştü.
Yukarıda bahsettiğim bağ koptukça natüralizme ve doğal görünümlere olan ihtiyaç artı. Örneğin ben öğrenciliğimden bu yana bir çok avangard, post modern biçim arayışlarımı bir anda elimin tersiyle itip. Naif ve eğitimsiz bir sanatçıymış gibi sulu boya , akrilik, lavi tekniğinde doğal manzara ve konulara yöneldim. Sinema sanatında da bir çok filmin taşrada geçmesi, rol yapma sanallığının ötelenmesi kanımca bundan. Bu gibi içerikleri fırsat buldukça irdelemeye çalışacağım Şimdilik bu kadar. Hoşça kalın